İNSANLIK TARİHİNİN EN GERİCİ EN KARŞI DEVRİMCİ DOKTRİNİ "ANARŞİZM!"
"Dünyadaki her şey hareket halindedir...
Yaşam değişir, üretici güçler büyür, eski ilişkiler çöker."
Karl Marx
I.Bölüm
ANARŞİZM’İN BABASI: JOSEPH PROUDHON
Fransız düşünürü Pierre Joseph Proudhon (1809–1865), iktisadi doktrinler tarihi içinde, Anarşizm’in babası olarak nitelendirilebilir. Siyaset bilimi alanında Anarşizm deyimini ilk defa kullananda Proudhon olmuştur. (G.D. H. Cole, A History of Socialist Thought, Cilt: 1 Londra, Syf. 202, 1962) Bu niteliğini bütünleyen bir diğer özelliği de tekelleşmenin ağır baskısı altında ölmeye mahkûm duruma düşen ve “Ölmek istemeyen orta sınıfların sözcüsü” olmasıdır. Dolayısıyla Anarşizm, özü itibariyle bir orta sınıf (küçük-burjuva) ideolojisidir. Lenin’in “Çocukluk Hastalığı…” isimli kitabında belirttiği gibi, “Kapitalizmin hoyratlıkları karşısında çılgına dönen küçük-burjuvada, Anarşizm’de kapitalizme özgü birer olgudur. Bu tür bir devrimciliğin kararsızlığı, boşluğu, hızla teslimiyete, duyarsızlığa, boş fanteziye ve hatta olan şu veya bu çeşit burjuva eğilimi yönünde çılgın bir tutkuya dönüşme özelliği herkesçe bilinmektedir. (V. İ. Lenin, Çocukluk Hastalığı, 1968)
Proudhon, yalnızca despotik iktidara değil, her demokratik iktidara da karşı çıkmıştır. Örneğin 1848’de Fransa’da genel oy hakkının sağlanmasına “İnsanın insan tarafından daha çok yönetilmesi” olarak gördüğü için karşı çıkmıştır. Bu yöndeki düşüncelerinin uzantısı olarak işçilerin siyasal parti içinde örgütlenmelerine karşı çıkmış; “İktidar, tiranlık kalesinin aracı ise, partiler onun hayatı ve düşüncesidir” görüşünü savunmuştur. (P. J. Proudhon, Les Confessions d’un revolutionnaire, 1849, M. Riviere Paris 1929) Nihayet, işçilere seçimlerde çekimser davranmayı örgütlemekle medyanın varlıklı sınıflara kalmasına hizmet etmiştir.
Proudhon’un örgütlü işçi hareketi karşısındaki tavrı, büyük balıkların küçük balıkları yuttuğu bir ortamda, birleşerek kolay yutulur lokma olmaktan kurtulan küçük balıkların halini hatırlatmaktadır.
Proudhon, işçi sınıfı için hiçbir kurtuluş yolu tanımaz. “Sefaletin Felsefesi” adlı kitabında, bu yöndeki iddialarını, grevci işçilerin kurşunlanmalarının meşru olduğu yolunda fetva vermeye kadar vardırır. Ona göre, “İşçiler hükümdar olmadıkları sürece esir kalmak zorundadırlar”. (P. J. Proudhon, Felsefenin Sefaleti, M. Riviere, Cilt: I, Syf. 151–152, Paris 1923)
Proudhon’un “iki kere ikinin dört ettiği kadar doğru” olduğunu ileri sürdüğü bu görüşlere, “Felsefenin Sefaleti” isimli kitabında yanıt veren Marks, “Bay Proudhon’un söyledikleri içinde yalnızca iki kere ikinin dört ettiği kadar doğrudur” der. (Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, Syf. 145, 1847)
İDEOLOJİ DEĞİL… DOKTRİN
Anarşizm nedir (?) sorusuna Anarşizm’in ideoloji olmadığını ve bir doktrin olduğunu belirterek devam edeceğiz. Anarşizm için ideoloji değil, doktrin kavramını vurgulayarak kullanacağız çünkü ideoloji, sistemlere, dolayısıyla sınıflara aittir. İdeolojiler, fikir adamları tarafından icat edilmez, tarih içinde sistemlerle ve sınıflarla birlikte oluşur. İdeoloji, ait olduğu sistemin, ait olduğu sınıfın düşünce ve değerlerinin bütününü oluşturmaktadır bundan dolayı. Başka deyişle ideolojiyi, tarih yapar. Aydınlar ise, tarih içinde oluşan malzemeye şekil verirler. Bu yüzden aydının yaptığı iş, doğada bulunan altına biçim veren kuyumcunun yaptığı iş gibidir. Kuyumcu altını yaratmaz, ancak ona biçim verir.
Bir toplumun üretici güçleri ile üretim ilişkileri, o toplumun üretim tarzını oluşturur. Her üretim tarzı, üst yapıda belli bir devlet örgütlenmesi ve ideolojiyle birlikte var olur. Hakim sınıf, tolum üzerindeki hegemonyasını, bu silahlı kurumları ve ideolojik hakimiyeti sayesinde sürdürür. Altyapısı ve üst yapısıyla bütün ilişkiler ve kurumlar, sistemi veya başka deyişle toplumsal / ekonomik kurtuluşu oluşturur. Bundan dolayıdır ki Anarşizm, ideoloji değildir. Çünkü Anarşist bir sistem olamaz.
Anarşizm, insanlığın yaşaması, üretim çarkının dönmesi, üretilenlerin dağılımı ve insan ihtiyaçlarını karşılaması için bir sistem sunmuyor. İdeoloji, sisteme ve sınıfa aittir. Doktrin ise, o doktrini ortaya atan fikir adamına aittir. İdeolojiyi, toplumsal süreç yaratır; başka deyişle tarih yapar. Doktrini, fikir adamı yaratır, kişiler yapar.
Fikir adamları da kuşkusuz tarih sahnesindedirler ve ideolojileri dışında değillerdir. Her doktrinin sınıfsal bir kaynağı vardır, dolayısıyla her doktrinin dayandığı bir ideoloji vardır. Fakat doktrin, tarih içinde oluşan ideolojinin kendisi değildir. Doktrin de kuşkusuz belli bir sistemin, belli bir ideolojinin de hizmetindedir; ancak ideolojinin kendisi değildir. Anarşizm, bir doktrin olarak, hakim sisteme yamanmış, onun hakimiyet araçlarından biri olmuştur.
Anarşizm, insanlığa hiçbir olumlu vaatte bulunmuyor; kurma ve yapma iddiasını reddediyor; yalnızca yıkma iddiası taşıyor veya yalnızca yıkma çağrısında bulunuyor. Anarşizm’in otorite düşmanlığı ve yıkıcılığı, devrimcilik değildir. Devrimcilik, yıkıcılık değil, kuruculuktur. Kuşkusuz devrim, köhnemiş olanı yıkar, ama daha önemlisi, yeniyi inşa etmesidir. Devrimin yıkma ve kurma eylemlerinde, belirleyici olan kurmaktır. Başka deyişle yıkabilmek, kurabilmeye bağlıdır. Bu nedenle Anarşizm, yıkma çağrısı yapabilir, ama bir sistemi yıkmaz. Ancak kurucular, yıkabiliriler. Kuramayacak olan, yıkamaz! Bundan ötürü yeni devleti kuramayacak olan, eskiyen devleti yıkamaz.
Eğer herhangi toplumsal bir güç, yerine yeni sistem kuramayacaksa, var olan sistemi yıkamaz. Herhangi bir yıkma heveslisi, eğer yeni bir toplumun kurucusu değilse, yıkma işleminde en küçük bir başarı kazanamaz, terinse sistemi güçlendirir. Ve toplum, dağılmayı kabul etmez; her toplum yaşamaktan yanadır ve yaşamaya devam edecektir. Ve her toplum, kendi yaşamını devam ettirmeyi sağlayacak bir mecrada hareket eder ve ilerler. Kimi zaman bu mantığa uymayan, devrimci olmayan başıbozuk yıkım dönemleri yaşansa da, toplum kaçınılmaz olarak yaşamını sürdüreceği üretim ilişkilerini ve sistemi yeniden kuracak bir yapıcılığa yönelir. O nedenle her fetret devrini, yeni bir kuruluş dönemi izler. Kurucu olmayan yıkıcılar, hayatla çarpışırlar ve hayata yenilerek sahneden çekilirler.
Temel sınıflar, yapıcı oldukları, yani var olan üretim ve hayat çarkının yerine yenisini koyabildikleri için, eskiyen sistemi yıkabilmişlerdir. Onların yıkıcılığı, yapıcı bir tasarıma sahip olmaktan kuvvet alır. Sistemi yıkabilmek için yenisini koyabilmek gerekir. Bugünkü küçük ‘Büyük’ Amerika sistemini de, yerleşik değerlere meydan okuyan başıbozuk takımı, marjinaller vb. yıkamaz. Çünkü insanlar, su içecek, ekmek yiyecek, santraller enerji üretecek, demiryolları, karayolları işleyecek, tiyatro sahnelerinde oyunlar oynanacak vb. vb. ve devrim, bütün bu toplumsal işlevlerin büyük çoğunluk yararına yapılması için gerçekleşecektir. Yani toplum bir örgütlenmedir. İnsan toplumunun hayvan sürüsünden farkı buradadır. Toplum, o nedenle örgütlü olmaya ve yapıcılığa sürüklenmiştir. Kısacası diyalektik!
Kuruculuğu ve örgütü reddedenler, toplumu reddetmiş olurlar. İnsan, tekrar sürü halinde yaşamaya dönemeyeceği için, kurucu olmayanların arkasından gitmemiştir ve gitmez. Onların abartılı yıkıcı sloganları, vur kırdaki aşırılıkları toplumdan destek almaz. Toplum, yalnız ve yalnız yeni toplumu kuracak bir yıkıcılığın çağrılarına cevap verir: o da eski sistemin yıkılmaya yüz tuttuğu koşullarda.
Bundan dolayı eğer toplum, tarihsel olarak yeni bir sistemin eşiğine gelmemişse, devlet iktidarını yıksanız bile, kuracağınız toplum yine aynı toplumdur. Örneğin 16. yüzyılda Pir Sultan Abdal, Şah’ı kastederek, “İstanbul şehrinde ol sahip sultan, tacı devlet ile salınmalıdır” diyordu. Yani o çağda, Osmanlı hanedanını yıkabilmeniz için, bir başka feodal hanedana bağlanmanız gerekirdi. Anarşizmin Serüveni, Bilim ve Ütopya, Sayı 117, Mart 2004) Ve bu yüzdendir ki, devrimci, kurulacak toplum devleti, hayal dünyasında değil, toplumsal gerçeklik dünyasında tasarlayabilir. Başka deyişle, kurulacak toplum, ancak ve ancak kurulabilecek toplumdur. Bu nedenle yalnız ve yalnız kurucular, devrimcidir.
Felsefe düzleminde bakacak olursak, kurucu devrimci ile başıbozuk yıkıcı arasındaki cepheleşme, materyalizm ile idealizm arasındaki karşıtlığı da getirir ki, kurma ve yapma ile ilgilenmeyen başıbozuklar, toplumun önüne imkansız yıkıcılığı koyarlar ve yıkmanın imkansızlığını kanıtlarlar. Bu bağlamda Anarşizm’in idealizmi, dinlerin idealizminden daha aşırıdır. Çünkü dinler, ne de olsa, bir üretim sistemi üzerinde yükselirler ve bu açıdan gerçeklik zeminine dayanırlar. Dinler, yeryüzünde oluşmuş bulunan efendi / kul ilişkisi gerçeğini, yani toplumun maddesini, gökyüzüne taşırken idealizm’e dönüşürler. Anarşizm ise, sistemi reddettiği için, toplumu da reddeder ve bu anlamda, sanki toplumun dışında, gökyüzünde oluşur. Bu açıdan Anarşizm gelmiş geçmiş en idealist doktrindir.
ANARŞİZM HANGİ DEVLETE DÜŞMAN (… ?)
“İnsanın insan üzerindeki yönetimi köleliktir… Her kim bana hükmetmek için elini sırtıma koyarsa, o bir zalim ve despottur. Onu kendime düşman ilan ediyorum…
Yönetilmek: polisçe gözetlenmek, denetlenmek, dikizlenmek, sevk ve idare edilmek, yasalar içinde boğulmak, sınırlandırılmış olmak, hareket alanı daralmak, nasihat ve öğüt dinlemek, kontrolden geçmek; hiçbir hak ve yetkisi olmayan birilerince emir altında kalmak demektir… Yönetilmek her işte, her harekette, her faaliyette kaydedilmek, bir şeylere tabi tutulmak, değerlendirilmek, damgalanmak, vergi ödemek, uyruklu olmak, ruhsatlı olmak, otoriteye maruz kalmak, yararlı olmak, uyarılmak, engellenmek, reforme edilmek, düzene sokulmak, cezalandırılmak demektir. Yönetilmek: kamu yararı bahanesiyle ve kamu yararı adına suiistimal edilmek, idare edilmeye tabi tutulmak, dolandırılmak, sömürülmek, birilerinin tekelinde olmak, aldatılmak, hırsızların eline düşmek, şantaja uğramak demektir.
Sonuç olarak yönetilmek en küçük bir direnişte, daha şikayete kalkışmadan baskı görmek, cezalandırılmak, fena halde dışlanmak, hakarete uğramak, takip edilmek, tartaklanmak, bir şey söylemek için ağzını açmamak, hapse atılmak, kurşuna dizilmek, topa tutulmak, yargılanmak, lanetlenmek, sürülmek, kurban edilmek, satılmak, ihanete uğramak ve üstüne üstlük alaya alınmak, makaraya sarılmak, küfürlere maruz kalmak demektir. İşte yönetim budur: onun adaleti de, ahlakı da budur.” P. J. Proudhon (Karin Kramer, Verlag Yazarlar Grubu Anarşist Kuram ve Kökeni, Çev. H. İbrahim Türkdoğan, Birey Yayınları, Syf. 19–20)
Proudhon’un devlete karşı bu fikirleri Anarşist öğreti açısından genel geçer bir özellik taşımaktadır. Bu yaklaşımın siyaseten nereye denk geldiğini ise Frederich Engels Carlo Cafiero’ya 1 Temmuz 1871’de yazdığı mektupta bakın nasıl tanımlıyor: “…İşçi sınıfı yönünden gelecek her türlü eylem mevcut siyasal durumun tanınmasını varsayacağından ve bütün siyasal eylemler, ona göre “Otoriter” eylemler olduğundan, o bunlara düşmandır.
ANARŞİZM’İN BABASI: JOSEPH PROUDHON
Fransız düşünürü Pierre Joseph Proudhon (1809–1865), iktisadi doktrinler tarihi içinde, Anarşizm’in babası olarak nitelendirilebilir. Siyaset bilimi alanında Anarşizm deyimini ilk defa kullananda Proudhon olmuştur. (G.D. H. Cole, A History of Socialist Thought, Cilt: 1 Londra, Syf. 202, 1962) Bu niteliğini bütünleyen bir diğer özelliği de tekelleşmenin ağır baskısı altında ölmeye mahkûm duruma düşen ve “Ölmek istemeyen orta sınıfların sözcüsü” olmasıdır. Dolayısıyla Anarşizm, özü itibariyle bir orta sınıf (küçük-burjuva) ideolojisidir. Lenin’in “Çocukluk Hastalığı…” isimli kitabında belirttiği gibi, “Kapitalizmin hoyratlıkları karşısında çılgına dönen küçük-burjuvada, Anarşizm’de kapitalizme özgü birer olgudur. Bu tür bir devrimciliğin kararsızlığı, boşluğu, hızla teslimiyete, duyarsızlığa, boş fanteziye ve hatta olan şu veya bu çeşit burjuva eğilimi yönünde çılgın bir tutkuya dönüşme özelliği herkesçe bilinmektedir. (V. İ. Lenin, Çocukluk Hastalığı, 1968)
Proudhon, yalnızca despotik iktidara değil, her demokratik iktidara da karşı çıkmıştır. Örneğin 1848’de Fransa’da genel oy hakkının sağlanmasına “İnsanın insan tarafından daha çok yönetilmesi” olarak gördüğü için karşı çıkmıştır. Bu yöndeki düşüncelerinin uzantısı olarak işçilerin siyasal parti içinde örgütlenmelerine karşı çıkmış; “İktidar, tiranlık kalesinin aracı ise, partiler onun hayatı ve düşüncesidir” görüşünü savunmuştur. (P. J. Proudhon, Les Confessions d’un revolutionnaire, 1849, M. Riviere Paris 1929) Nihayet, işçilere seçimlerde çekimser davranmayı örgütlemekle medyanın varlıklı sınıflara kalmasına hizmet etmiştir.
Proudhon’un örgütlü işçi hareketi karşısındaki tavrı, büyük balıkların küçük balıkları yuttuğu bir ortamda, birleşerek kolay yutulur lokma olmaktan kurtulan küçük balıkların halini hatırlatmaktadır.
Proudhon, işçi sınıfı için hiçbir kurtuluş yolu tanımaz. “Sefaletin Felsefesi” adlı kitabında, bu yöndeki iddialarını, grevci işçilerin kurşunlanmalarının meşru olduğu yolunda fetva vermeye kadar vardırır. Ona göre, “İşçiler hükümdar olmadıkları sürece esir kalmak zorundadırlar”. (P. J. Proudhon, Felsefenin Sefaleti, M. Riviere, Cilt: I, Syf. 151–152, Paris 1923)
Proudhon’un “iki kere ikinin dört ettiği kadar doğru” olduğunu ileri sürdüğü bu görüşlere, “Felsefenin Sefaleti” isimli kitabında yanıt veren Marks, “Bay Proudhon’un söyledikleri içinde yalnızca iki kere ikinin dört ettiği kadar doğrudur” der. (Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, Syf. 145, 1847)
İDEOLOJİ DEĞİL… DOKTRİN
Anarşizm nedir (?) sorusuna Anarşizm’in ideoloji olmadığını ve bir doktrin olduğunu belirterek devam edeceğiz. Anarşizm için ideoloji değil, doktrin kavramını vurgulayarak kullanacağız çünkü ideoloji, sistemlere, dolayısıyla sınıflara aittir. İdeolojiler, fikir adamları tarafından icat edilmez, tarih içinde sistemlerle ve sınıflarla birlikte oluşur. İdeoloji, ait olduğu sistemin, ait olduğu sınıfın düşünce ve değerlerinin bütününü oluşturmaktadır bundan dolayı. Başka deyişle ideolojiyi, tarih yapar. Aydınlar ise, tarih içinde oluşan malzemeye şekil verirler. Bu yüzden aydının yaptığı iş, doğada bulunan altına biçim veren kuyumcunun yaptığı iş gibidir. Kuyumcu altını yaratmaz, ancak ona biçim verir.
Bir toplumun üretici güçleri ile üretim ilişkileri, o toplumun üretim tarzını oluşturur. Her üretim tarzı, üst yapıda belli bir devlet örgütlenmesi ve ideolojiyle birlikte var olur. Hakim sınıf, tolum üzerindeki hegemonyasını, bu silahlı kurumları ve ideolojik hakimiyeti sayesinde sürdürür. Altyapısı ve üst yapısıyla bütün ilişkiler ve kurumlar, sistemi veya başka deyişle toplumsal / ekonomik kurtuluşu oluşturur. Bundan dolayıdır ki Anarşizm, ideoloji değildir. Çünkü Anarşist bir sistem olamaz.
Anarşizm, insanlığın yaşaması, üretim çarkının dönmesi, üretilenlerin dağılımı ve insan ihtiyaçlarını karşılaması için bir sistem sunmuyor. İdeoloji, sisteme ve sınıfa aittir. Doktrin ise, o doktrini ortaya atan fikir adamına aittir. İdeolojiyi, toplumsal süreç yaratır; başka deyişle tarih yapar. Doktrini, fikir adamı yaratır, kişiler yapar.
Fikir adamları da kuşkusuz tarih sahnesindedirler ve ideolojileri dışında değillerdir. Her doktrinin sınıfsal bir kaynağı vardır, dolayısıyla her doktrinin dayandığı bir ideoloji vardır. Fakat doktrin, tarih içinde oluşan ideolojinin kendisi değildir. Doktrin de kuşkusuz belli bir sistemin, belli bir ideolojinin de hizmetindedir; ancak ideolojinin kendisi değildir. Anarşizm, bir doktrin olarak, hakim sisteme yamanmış, onun hakimiyet araçlarından biri olmuştur.
Anarşizm, insanlığa hiçbir olumlu vaatte bulunmuyor; kurma ve yapma iddiasını reddediyor; yalnızca yıkma iddiası taşıyor veya yalnızca yıkma çağrısında bulunuyor. Anarşizm’in otorite düşmanlığı ve yıkıcılığı, devrimcilik değildir. Devrimcilik, yıkıcılık değil, kuruculuktur. Kuşkusuz devrim, köhnemiş olanı yıkar, ama daha önemlisi, yeniyi inşa etmesidir. Devrimin yıkma ve kurma eylemlerinde, belirleyici olan kurmaktır. Başka deyişle yıkabilmek, kurabilmeye bağlıdır. Bu nedenle Anarşizm, yıkma çağrısı yapabilir, ama bir sistemi yıkmaz. Ancak kurucular, yıkabiliriler. Kuramayacak olan, yıkamaz! Bundan ötürü yeni devleti kuramayacak olan, eskiyen devleti yıkamaz.
Eğer herhangi toplumsal bir güç, yerine yeni sistem kuramayacaksa, var olan sistemi yıkamaz. Herhangi bir yıkma heveslisi, eğer yeni bir toplumun kurucusu değilse, yıkma işleminde en küçük bir başarı kazanamaz, terinse sistemi güçlendirir. Ve toplum, dağılmayı kabul etmez; her toplum yaşamaktan yanadır ve yaşamaya devam edecektir. Ve her toplum, kendi yaşamını devam ettirmeyi sağlayacak bir mecrada hareket eder ve ilerler. Kimi zaman bu mantığa uymayan, devrimci olmayan başıbozuk yıkım dönemleri yaşansa da, toplum kaçınılmaz olarak yaşamını sürdüreceği üretim ilişkilerini ve sistemi yeniden kuracak bir yapıcılığa yönelir. O nedenle her fetret devrini, yeni bir kuruluş dönemi izler. Kurucu olmayan yıkıcılar, hayatla çarpışırlar ve hayata yenilerek sahneden çekilirler.
Temel sınıflar, yapıcı oldukları, yani var olan üretim ve hayat çarkının yerine yenisini koyabildikleri için, eskiyen sistemi yıkabilmişlerdir. Onların yıkıcılığı, yapıcı bir tasarıma sahip olmaktan kuvvet alır. Sistemi yıkabilmek için yenisini koyabilmek gerekir. Bugünkü küçük ‘Büyük’ Amerika sistemini de, yerleşik değerlere meydan okuyan başıbozuk takımı, marjinaller vb. yıkamaz. Çünkü insanlar, su içecek, ekmek yiyecek, santraller enerji üretecek, demiryolları, karayolları işleyecek, tiyatro sahnelerinde oyunlar oynanacak vb. vb. ve devrim, bütün bu toplumsal işlevlerin büyük çoğunluk yararına yapılması için gerçekleşecektir. Yani toplum bir örgütlenmedir. İnsan toplumunun hayvan sürüsünden farkı buradadır. Toplum, o nedenle örgütlü olmaya ve yapıcılığa sürüklenmiştir. Kısacası diyalektik!
Kuruculuğu ve örgütü reddedenler, toplumu reddetmiş olurlar. İnsan, tekrar sürü halinde yaşamaya dönemeyeceği için, kurucu olmayanların arkasından gitmemiştir ve gitmez. Onların abartılı yıkıcı sloganları, vur kırdaki aşırılıkları toplumdan destek almaz. Toplum, yalnız ve yalnız yeni toplumu kuracak bir yıkıcılığın çağrılarına cevap verir: o da eski sistemin yıkılmaya yüz tuttuğu koşullarda.
Bundan dolayı eğer toplum, tarihsel olarak yeni bir sistemin eşiğine gelmemişse, devlet iktidarını yıksanız bile, kuracağınız toplum yine aynı toplumdur. Örneğin 16. yüzyılda Pir Sultan Abdal, Şah’ı kastederek, “İstanbul şehrinde ol sahip sultan, tacı devlet ile salınmalıdır” diyordu. Yani o çağda, Osmanlı hanedanını yıkabilmeniz için, bir başka feodal hanedana bağlanmanız gerekirdi. Anarşizmin Serüveni, Bilim ve Ütopya, Sayı 117, Mart 2004) Ve bu yüzdendir ki, devrimci, kurulacak toplum devleti, hayal dünyasında değil, toplumsal gerçeklik dünyasında tasarlayabilir. Başka deyişle, kurulacak toplum, ancak ve ancak kurulabilecek toplumdur. Bu nedenle yalnız ve yalnız kurucular, devrimcidir.
Felsefe düzleminde bakacak olursak, kurucu devrimci ile başıbozuk yıkıcı arasındaki cepheleşme, materyalizm ile idealizm arasındaki karşıtlığı da getirir ki, kurma ve yapma ile ilgilenmeyen başıbozuklar, toplumun önüne imkansız yıkıcılığı koyarlar ve yıkmanın imkansızlığını kanıtlarlar. Bu bağlamda Anarşizm’in idealizmi, dinlerin idealizminden daha aşırıdır. Çünkü dinler, ne de olsa, bir üretim sistemi üzerinde yükselirler ve bu açıdan gerçeklik zeminine dayanırlar. Dinler, yeryüzünde oluşmuş bulunan efendi / kul ilişkisi gerçeğini, yani toplumun maddesini, gökyüzüne taşırken idealizm’e dönüşürler. Anarşizm ise, sistemi reddettiği için, toplumu da reddeder ve bu anlamda, sanki toplumun dışında, gökyüzünde oluşur. Bu açıdan Anarşizm gelmiş geçmiş en idealist doktrindir.
ANARŞİZM HANGİ DEVLETE DÜŞMAN (… ?)
“İnsanın insan üzerindeki yönetimi köleliktir… Her kim bana hükmetmek için elini sırtıma koyarsa, o bir zalim ve despottur. Onu kendime düşman ilan ediyorum…
Yönetilmek: polisçe gözetlenmek, denetlenmek, dikizlenmek, sevk ve idare edilmek, yasalar içinde boğulmak, sınırlandırılmış olmak, hareket alanı daralmak, nasihat ve öğüt dinlemek, kontrolden geçmek; hiçbir hak ve yetkisi olmayan birilerince emir altında kalmak demektir… Yönetilmek her işte, her harekette, her faaliyette kaydedilmek, bir şeylere tabi tutulmak, değerlendirilmek, damgalanmak, vergi ödemek, uyruklu olmak, ruhsatlı olmak, otoriteye maruz kalmak, yararlı olmak, uyarılmak, engellenmek, reforme edilmek, düzene sokulmak, cezalandırılmak demektir. Yönetilmek: kamu yararı bahanesiyle ve kamu yararı adına suiistimal edilmek, idare edilmeye tabi tutulmak, dolandırılmak, sömürülmek, birilerinin tekelinde olmak, aldatılmak, hırsızların eline düşmek, şantaja uğramak demektir.
Sonuç olarak yönetilmek en küçük bir direnişte, daha şikayete kalkışmadan baskı görmek, cezalandırılmak, fena halde dışlanmak, hakarete uğramak, takip edilmek, tartaklanmak, bir şey söylemek için ağzını açmamak, hapse atılmak, kurşuna dizilmek, topa tutulmak, yargılanmak, lanetlenmek, sürülmek, kurban edilmek, satılmak, ihanete uğramak ve üstüne üstlük alaya alınmak, makaraya sarılmak, küfürlere maruz kalmak demektir. İşte yönetim budur: onun adaleti de, ahlakı da budur.” P. J. Proudhon (Karin Kramer, Verlag Yazarlar Grubu Anarşist Kuram ve Kökeni, Çev. H. İbrahim Türkdoğan, Birey Yayınları, Syf. 19–20)
Proudhon’un devlete karşı bu fikirleri Anarşist öğreti açısından genel geçer bir özellik taşımaktadır. Bu yaklaşımın siyaseten nereye denk geldiğini ise Frederich Engels Carlo Cafiero’ya 1 Temmuz 1871’de yazdığı mektupta bakın nasıl tanımlıyor: “…İşçi sınıfı yönünden gelecek her türlü eylem mevcut siyasal durumun tanınmasını varsayacağından ve bütün siyasal eylemler, ona göre “Otoriter” eylemler olduğundan, o bunlara düşmandır.
Sermayenin şu andaki siyasal baskısını ve zorbalığını nasıl ortadan kaldırmayı umduğunu ve “Otoriter eylem”e başvurman mirasın kaldırılması üzerine o gözünün bebeği düşüncelerini nasıl yürürlüğe nasıl koymayı düşündüğünü açıklamıyor. Lyon Ayaklanması sırasında, Eylül 1870’te, silahlı kuvvetlerin mat ettiği Bakunin, kent belediyesinde, Ulusal Muhafız’ın tüm burjuvalarına karşı hiçbir önlem almadan devletin kaldırılmasına karar çıkarttı, oysa burjuvalar, hiç tasa çekmeden güzel güzel belediye sarayına geldiler, Bakunin’i kapı dışarı ettiler ve bir saat geçmeden devleti yeniden yerine oturttular…” (Karl Marks / Frederich Engels, V. I. Lenin, Anarşizm ve Anarko-Sendikalizm, Çev. Sevim Belli, Sol Yayınları, I. Basım, Syf. 57 Ankara, Mart 1979)
Bu masumane gibi görünen karşıtlık esasen Anarşizm’in bozuk karakterinden kaynaklanıyor. Büyük fikir akımlarından Bilimsel Sosyalizm ve kapitalizm arasındaki ikircikli tavrı siyaset düzleminde çok geçmeden onu Liberalizm’e teslimiyete götürüyor. Özgün bir karakter taşımaması kuvvetli gördüğüne biat etmeyi getiriyor. 1850’lerdeki devrimci hareketi yaratmaya çalıştıkları bozgunculuk tutmuyor.
Bu masumane gibi görünen karşıtlık esasen Anarşizm’in bozuk karakterinden kaynaklanıyor. Büyük fikir akımlarından Bilimsel Sosyalizm ve kapitalizm arasındaki ikircikli tavrı siyaset düzleminde çok geçmeden onu Liberalizm’e teslimiyete götürüyor. Özgün bir karakter taşımaması kuvvetli gördüğüne biat etmeyi getiriyor. 1850’lerdeki devrimci hareketi yaratmaya çalıştıkları bozgunculuk tutmuyor.
Medeniyete ve tarihe karşı olan sorumsuzluk bu akımı hızla emperyalizmin koçbaşlarından biri haline getiriyor. Devrimci saflarda tutunamamanın ardından tam boy bir pervasızlıkla emperyalizmin önündeki en önemli direnç noktalarına saldırıyor. SSCB deneyimi üzerinden sosyalizmi “Mahkum” ettikten sonra ulus devletlere “Modası geçen” ve gericileşen modeller olarak yaklaşarak Pentagon kurmaylarının basit sözcüsü konumuna geliyor Anarşistler, bu konuda Noam Chomsky izlenmeye değer bir kalemdir.
SSCB’nin kuruluş yıllarındaki Kronştad İsyanı’na eklenen 1936 İspanya İç Savaşı’ndaki yıkıcı tavrı emperyalizm ile ilişkisini teori alanından pratiğe geçirmiştir. II. Emperyalist Dünya Savaşı gibi insanlığın yaşadığı belki de en ciddi sınav, bize devlet örgütlenmesinin eşitsizlik ve emperyalizm koşullarındaki zorunluluğunu net olarak göstermiştir.
TOPLUMSAL MÜCADELELER TARİHİNİN DEĞİŞMEYEN ÖKSE OTU: ANARŞİZM
İdeolojilerin sonunun geldiğinin ilan edildiği ve egemen ideolojiden başkasına yer tanımama kararlılığının sürdürüldüğü günümüz koşullarında, genel olarak sağlanmış bulunan ideolojik sığlık, görünen o ki, Anarşizm açısından fazlasıyla söz konusudur. Anarşizm’i, sosyalizmin veya komünizmin özel türü veya türevi olarak görme yanlışlığı yine varlığını sürdürüyor.
Elbette ki: Anarşizm ve Sosyalizm arasında, her ikisinin de kapitalizme karşı bir tepki niteliği taşıması gibi ortak bir yan bulunmaktadır. Ne var ki, aynı şeye karşı olan iki şeyin birbiriyle uyuşma içinde olmamaları ve hatta kesin bir çatışma halinde bulunmaları pek ala mümkün olabilir. Üstelik Anarşizm’in kapitalizme karşıtlığının, tarih boyunca ve günümüzde, kapitalizme güç ve destek sağlama yönünde bir işlev kazanmış bulunduğu görüldüğünde, Sosyalizm ile Anarşizm arasındaki uzlaşmaz çelişki, yadsınmayacak bir açıklıkla ortaya çıkmaktadır.
Kimileri, kendilerini Anarşist olarak gördükleri halde, Anarşizmin baş düşmanı olan Marks’ın desteğini de elden kaçırmak istemezler. Bu nedenle, Marks’ında devletin ortadan kalkmasını amaçladığını; dolayısıyla, anarşistlerin, devletsiz, hükümetsiz, yasasız toplum ütopyalarının Marksizm’e de uygun düştüğünü ileri sürmek gibi vahim bir yanlışlık sergiledikleri görülür.
SSCB’nin kuruluş yıllarındaki Kronştad İsyanı’na eklenen 1936 İspanya İç Savaşı’ndaki yıkıcı tavrı emperyalizm ile ilişkisini teori alanından pratiğe geçirmiştir. II. Emperyalist Dünya Savaşı gibi insanlığın yaşadığı belki de en ciddi sınav, bize devlet örgütlenmesinin eşitsizlik ve emperyalizm koşullarındaki zorunluluğunu net olarak göstermiştir.
TOPLUMSAL MÜCADELELER TARİHİNİN DEĞİŞMEYEN ÖKSE OTU: ANARŞİZM
İdeolojilerin sonunun geldiğinin ilan edildiği ve egemen ideolojiden başkasına yer tanımama kararlılığının sürdürüldüğü günümüz koşullarında, genel olarak sağlanmış bulunan ideolojik sığlık, görünen o ki, Anarşizm açısından fazlasıyla söz konusudur. Anarşizm’i, sosyalizmin veya komünizmin özel türü veya türevi olarak görme yanlışlığı yine varlığını sürdürüyor.
Elbette ki: Anarşizm ve Sosyalizm arasında, her ikisinin de kapitalizme karşı bir tepki niteliği taşıması gibi ortak bir yan bulunmaktadır. Ne var ki, aynı şeye karşı olan iki şeyin birbiriyle uyuşma içinde olmamaları ve hatta kesin bir çatışma halinde bulunmaları pek ala mümkün olabilir. Üstelik Anarşizm’in kapitalizme karşıtlığının, tarih boyunca ve günümüzde, kapitalizme güç ve destek sağlama yönünde bir işlev kazanmış bulunduğu görüldüğünde, Sosyalizm ile Anarşizm arasındaki uzlaşmaz çelişki, yadsınmayacak bir açıklıkla ortaya çıkmaktadır.
Kimileri, kendilerini Anarşist olarak gördükleri halde, Anarşizmin baş düşmanı olan Marks’ın desteğini de elden kaçırmak istemezler. Bu nedenle, Marks’ında devletin ortadan kalkmasını amaçladığını; dolayısıyla, anarşistlerin, devletsiz, hükümetsiz, yasasız toplum ütopyalarının Marksizm’e de uygun düştüğünü ileri sürmek gibi vahim bir yanlışlık sergiledikleri görülür.
Gerçekte ise, Marks’ın, insanlığın gelişiminin ne zaman geleceği bugünden görülemeyecek kadar ileri aşamalarında, belli bazı toplumsal ve ekonomik gelişmelerin sağlanmasından ve yeni bir insan tipinin oluşumundan sonra, zora dayalı otoriteye yeri tanımayan bir toplumsal düzenin kurulması anlamında, “Devletin sönümlenmesi” düşüncesini ortaya koymasıyla, Anarşistlerin devlet, hükümet ve yasa karşıtlıkları arasında hiçbir ilişki yoktur. Anarşistler, kapitalist toplumun yerine ve onun hemen ardından devletsiz, hükümetsiz, yasasız bir düzenin kurulmasını amaçlamaktadır. Marks ise azınlığın çoğunluğa hükmettiği kapitalist toplumun yerini, çoğunluğun azınlık üzerindeki hegemonyası anlamında ve gerçek demokrasi olarak gördüğü bir proletarya diktatörlüğünün almasını savunmuştur. (Karl Marks/Frederich Engels, KP Manifestosu, Syf. 83, 1974)
Anarşistler, devletin egemen sınıfın bir baskı aracı olduğu yolundaki şablondan yola çıkarak, devlet neylerse kötü eyler gibi bir anlayışla her türlü kamusal kurumu, politikayı, önlemi reddederler ve ilgi alanlarının dışında tutarlar. Oysa Marks, kapitalist toplumda da sınıflar arası güç çekişmesinin el verdiği oranda devletin daha sosyal ve daha demokratik olması yolundaki mücadelenin önemini görmüş ve yaşamı boyunca bu yoldaki çabalara bizzat katılmış ve önayak olmuştur. Ona göre, devlet sınıf mücadelesinin terk edilmesi gereken alanlarından biridir. Bu bakış açısı, daha sonraki dönemlerde Gramsci ve Althusser gibi bazı Marksist düşünürler tarafından “Devletin göreli bağımsızlığı” kavramı çerçevesinde geliştirilmiştir.
Marks, özgürlükçüdür; ancak, insanın örgütlü toplum içinde yaşama gereksinimini de yadsımaz. Ona göre, Grundrisse’de ifade ettiği üzere “En ileri derecesinde yalnızlık vahşiliktir ve yaptırma ve zora dayanan birlik bir barbalıktır”. Yine de anarşistler, Marks’ı otorite yanlısı bularak eleştirirler.
ANARŞİZM YÜKSELİŞ DEĞİL ALÇALIŞDIR
Anarşizm’in yıkıcılığı, sistemleri temsil eden temel sınıflardan birinin uyguladığı şiddetle aynı şey değildir. Ne köle sahibi aristokrasi, ne feodal sınıf, ne burjuvazi, ne de işçi sınıfı, kendisini otorite düşmanlığına ve yıkıcılığa adamıştır ve adayacaktır da. Bu sınıflardan ötürü, belli üretim ilişkileri temelinde ve belli üretici güçlerle birlikte var olurlar; dolayısıyla belli toplumsal kuruluşları, yani sistemleri temsil ederler.
Anarşizm’i savunmak Bilimsel Sosyalizm’in reddine götüren ve günümüzde de örneklerini yaşadığımız ama kendini Anarşist olarak adlandırmayan ama bu söylevlere paralel olarak kendini sosyalist devrim çerçevesi içinde gören “Lev Troçki gibi” ya da TKP’nin en büyük küfürleri arasında yer alan “Resmi sosyalizm”, yani iktidar olabilmiş sosyalizmi savunmak gibidir. Bu terimle aslında kastedilen sosyalist deneyimlerdeki yozlaşma ve geri dönüşler değil, hedef, doğrudan doğruya gelenektir. Hangi gelenek? 20. ya da 21. yüzyılda kitleleri seferber etmiş ve iktidar olarak sosyalizmin denemelerine girebilmiş olan “Gelenek” mi? Bu açıdan Troçkizm, bir çırpıda, aşamasız, “Saf” ve doğrudan proleter devrimini savunur. Oysa böyle bir devrim hayatta hiçbir zaman olamayacağı içinde en sonunda devrimin olanaksızlığına varır. Bu temellerden hareketle, temel sınıfların dağılmakta olan bir önceki sisteme ve hakim sınıfa karşı tavırları yıkıcıdır; yıkıcılıkla sonuçlanmaya gitmede ve bu yıkıcılık, yeni bir sistemin gerekli kıldığı yapıcılıkla bütünleşmesini gerektirmek zorundadır.
Anarşistler, devletin egemen sınıfın bir baskı aracı olduğu yolundaki şablondan yola çıkarak, devlet neylerse kötü eyler gibi bir anlayışla her türlü kamusal kurumu, politikayı, önlemi reddederler ve ilgi alanlarının dışında tutarlar. Oysa Marks, kapitalist toplumda da sınıflar arası güç çekişmesinin el verdiği oranda devletin daha sosyal ve daha demokratik olması yolundaki mücadelenin önemini görmüş ve yaşamı boyunca bu yoldaki çabalara bizzat katılmış ve önayak olmuştur. Ona göre, devlet sınıf mücadelesinin terk edilmesi gereken alanlarından biridir. Bu bakış açısı, daha sonraki dönemlerde Gramsci ve Althusser gibi bazı Marksist düşünürler tarafından “Devletin göreli bağımsızlığı” kavramı çerçevesinde geliştirilmiştir.
Marks, özgürlükçüdür; ancak, insanın örgütlü toplum içinde yaşama gereksinimini de yadsımaz. Ona göre, Grundrisse’de ifade ettiği üzere “En ileri derecesinde yalnızlık vahşiliktir ve yaptırma ve zora dayanan birlik bir barbalıktır”. Yine de anarşistler, Marks’ı otorite yanlısı bularak eleştirirler.
ANARŞİZM YÜKSELİŞ DEĞİL ALÇALIŞDIR
Anarşizm’in yıkıcılığı, sistemleri temsil eden temel sınıflardan birinin uyguladığı şiddetle aynı şey değildir. Ne köle sahibi aristokrasi, ne feodal sınıf, ne burjuvazi, ne de işçi sınıfı, kendisini otorite düşmanlığına ve yıkıcılığa adamıştır ve adayacaktır da. Bu sınıflardan ötürü, belli üretim ilişkileri temelinde ve belli üretici güçlerle birlikte var olurlar; dolayısıyla belli toplumsal kuruluşları, yani sistemleri temsil ederler.
Anarşizm’i savunmak Bilimsel Sosyalizm’in reddine götüren ve günümüzde de örneklerini yaşadığımız ama kendini Anarşist olarak adlandırmayan ama bu söylevlere paralel olarak kendini sosyalist devrim çerçevesi içinde gören “Lev Troçki gibi” ya da TKP’nin en büyük küfürleri arasında yer alan “Resmi sosyalizm”, yani iktidar olabilmiş sosyalizmi savunmak gibidir. Bu terimle aslında kastedilen sosyalist deneyimlerdeki yozlaşma ve geri dönüşler değil, hedef, doğrudan doğruya gelenektir. Hangi gelenek? 20. ya da 21. yüzyılda kitleleri seferber etmiş ve iktidar olarak sosyalizmin denemelerine girebilmiş olan “Gelenek” mi? Bu açıdan Troçkizm, bir çırpıda, aşamasız, “Saf” ve doğrudan proleter devrimini savunur. Oysa böyle bir devrim hayatta hiçbir zaman olamayacağı içinde en sonunda devrimin olanaksızlığına varır. Bu temellerden hareketle, temel sınıfların dağılmakta olan bir önceki sisteme ve hakim sınıfa karşı tavırları yıkıcıdır; yıkıcılıkla sonuçlanmaya gitmede ve bu yıkıcılık, yeni bir sistemin gerekli kıldığı yapıcılıkla bütünleşmesini gerektirmek zorundadır.
Örneğin Yunan ve Roma uygarlığını, köleci aristokrasi kurmuştur. O nedenle köle sahipleri dahil, tarihin bütün hakim sınıfları, yükseliş dönemlerinde ilerici bir rol oynamışlardır. Bu nedenle bütün siyasal akımlar, tarih sahnesinde bir rol oynarlar. Roller, verilidir, var olan tarih sahnesinin içindedir. Tutucusu da devrimcisi de o sahnenin içindedirler. Tutucu, var olan üretim ilişkilerini koruma rolünü oynamaktadır. Devrimci ise, o sahneyi değiştirme görevini yapar. Ancak devrimci de o sahnededir, çünkü değiştireceği sahne orasıdır ve yeni gelecek üretim ilişkileri de o sahnede filizlenmektedir.
Köle sahiplerinin, feodal beylerin, burjuvazinin ve işçi sınıfının temsil ettiği sistem, başlangıçta çökmekte olan sistemin içinden filizlenmiştir. Anarşizm ise, herhangi bir sistemin içinde filizlenmez. Gelmekte olanı, geleceği, yeniyi ve ileriyi temsil etmez. Dikkat edilirse Anarşizm, yükselişin değil, alçalışın doktrinidir: yükselen sistemin süngüsü değil, alçalan sistemin kör baltasıdır.
ÇÖKEN BİR SAFSATA
Anarşizm, 19. yüzyılda köhnemiş asilzadeliğin ve yok olan Ortaçağ loncasının en umutsuz kesimleri arasında ortaya çıktı. Fakat yıkıcılığı nedeniyle devrimci akımın içine saklanabildi. Bu nedenle dönemin devrimcileri tarafından başlangıçta devrimci akım içindeki bir sapma gibi değerlendirildi. Oysa Anarşizm, devrimci akım içindeki bir sapma değil, yıkılan feodalizmin çamurudur.
Anarşizmin yıkıcılığı, kaçınılmaz olarak sistemin yıkıcılığına yamanır ve o sistemde yeni gelen sistem değil, eskiyen, çürümekte olan sistemdir. Anarşizm, yükselen burjuvazinin veya geleceğin sınıfı olan proletaryanın yıkıcılığına değil, çırpınmakta olan feodal sınıfın son yıkıcı girişimlerine eklemlenilir. Tutucunun ve devrimcinin aktif roller üstlendikleri, kendi beyinlerine, kendi sinir sistemlerine sahip oldukları bu sahnede, anarşist kukla olarak yer alır. Anarşist, sistem kurmayı, yani tasarımı reddettiği için kendi beyni yoktur, başkasının tasarımına, başkasının kumandasına bağlanmıştır.
Örgütlenmeyi reddettiği için kendi sinir sistemi ve organları yoktur. Başkasının sinir sistemi ve organları, onun iplerini oynatmaktadır. Anarşizm, siyasal doktrinler arasında kukla işlevi için üretilmiş bir doktrindir. Hükmeden ile hükmedilen arasındaki ilişki, Anarşizm’de bir bağımlılık ilişkisi olmaktan çıkar; bir alet olma ilişkisine dönüşür. Bağımlı olanın bir iradesi vardır. Anarşizm ise, her türden iradeyi daha başından reddetmiştir ve o nedenle bir maşanın, bir çekicin, bir tornavidanın, bir baltanın, bir kerpetenin veya bir hela süpürgesinin işlevine sahiptir.
Anarşizm, insanlığın bu serüveninde, şu veya bu tarihsel aşamada, tarih yapan temel sınıflardan birini temsil edemez ve etmemiştir. Anarşizm, ne köle sahiplerinin, ne feodal beylerin, ne burjuvazinin, ne de işçi sınıfının ideolojisidir. Tarihi yapmadan tarihi yıkma olanağı bulunmadığı için, anarşizm tarihin ideolojik inşasının esas etkenleri arasında yer almaz. Ancak bir hakim sınıfın oyuncağı işlevini görür.
Tarihi olarak yenilmiş ve hiçbir gelecek umudu olmayan sınıfların artıkları, “Benden sonra tufan” düşüncesinin kucağına düşerler. “Benden sonra tufan” ruh halinin doktrini olarak Anarşizm ve onun gördüğü ‘Tufan’ hiç olmayacaktır. Çünkü bir toplumun sistemsiz kalması, üretim çarkından, üretim ilişkilerinden yoksun kalması mümkün değildir. Hayatın sürmesi için, yıkılan üretim ilişkilerinin yerini yeni üretim ilişkilerinin alması gerekir. O nedenle bir sistem, ancak yenisi gelirken yıkılır. Yani tavuk yumurtasından kabuğun kırılması için, o kabuğun içinde cücük olması gerekir. Ve o cücükte gelişip büyüyerek kabuğu zorlayacak ve kabuk kırılacak. Civciv büyürken, kabuk, yani sistem onu koruyacak ve o sıra hayatın hizmetinde olacaktır. Sistemlerin yıkılması da böyledir, yani hayatla karşı karşıya geldikleri zaman yıkılmaları kaçınılmaz olur. Ve ancak o yıkım, yeni bir hayatın başıdır. Bu nedenle hiç kimse kendini zorlayarak tufan yapamaz. Ve hiçbir tufan, birisi “Benden sonra tufan” dedi diye kopmamıştır. Bundan dolayıdır ki Anarşizm, tufan koparamaz.
“Tufan”, ancak o yeni üretim ilişkilerini temsil eden yükselen sınıfın tufanı olabilir. Doğadaki tufan nasıl doğal nedenlerle kopuyorsa, toplumsal tufanlar da toplumsal nedenlerden kaynaklanır. Toplumsal tufanlar, genellikle yapıcılığa yönelik bir yıkıcılığı temsil ederler ve tarih sahnesinde estikten sonra, yerini yeni sistemin huzur ve barışına terk ederler.
Anarşizm, işte tarihin seyrindeki bu temel mantığa hiçbir yerde ve hiçbir anda uymadığı için gerici bir safsatadır. Anarşist doktrin, bir safsata olduğu için, tarihin öznesi olan temel sınıfların ideolojisi olamaz.
SOYUT DEVLETİN DÜŞMANI KARŞI-DEVRİMCİ KARAKTER
Köle sahiplerinin, feodal beylerin, burjuvazinin ve işçi sınıfının temsil ettiği sistem, başlangıçta çökmekte olan sistemin içinden filizlenmiştir. Anarşizm ise, herhangi bir sistemin içinde filizlenmez. Gelmekte olanı, geleceği, yeniyi ve ileriyi temsil etmez. Dikkat edilirse Anarşizm, yükselişin değil, alçalışın doktrinidir: yükselen sistemin süngüsü değil, alçalan sistemin kör baltasıdır.
ÇÖKEN BİR SAFSATA
Anarşizm, 19. yüzyılda köhnemiş asilzadeliğin ve yok olan Ortaçağ loncasının en umutsuz kesimleri arasında ortaya çıktı. Fakat yıkıcılığı nedeniyle devrimci akımın içine saklanabildi. Bu nedenle dönemin devrimcileri tarafından başlangıçta devrimci akım içindeki bir sapma gibi değerlendirildi. Oysa Anarşizm, devrimci akım içindeki bir sapma değil, yıkılan feodalizmin çamurudur.
Anarşizmin yıkıcılığı, kaçınılmaz olarak sistemin yıkıcılığına yamanır ve o sistemde yeni gelen sistem değil, eskiyen, çürümekte olan sistemdir. Anarşizm, yükselen burjuvazinin veya geleceğin sınıfı olan proletaryanın yıkıcılığına değil, çırpınmakta olan feodal sınıfın son yıkıcı girişimlerine eklemlenilir. Tutucunun ve devrimcinin aktif roller üstlendikleri, kendi beyinlerine, kendi sinir sistemlerine sahip oldukları bu sahnede, anarşist kukla olarak yer alır. Anarşist, sistem kurmayı, yani tasarımı reddettiği için kendi beyni yoktur, başkasının tasarımına, başkasının kumandasına bağlanmıştır.
Örgütlenmeyi reddettiği için kendi sinir sistemi ve organları yoktur. Başkasının sinir sistemi ve organları, onun iplerini oynatmaktadır. Anarşizm, siyasal doktrinler arasında kukla işlevi için üretilmiş bir doktrindir. Hükmeden ile hükmedilen arasındaki ilişki, Anarşizm’de bir bağımlılık ilişkisi olmaktan çıkar; bir alet olma ilişkisine dönüşür. Bağımlı olanın bir iradesi vardır. Anarşizm ise, her türden iradeyi daha başından reddetmiştir ve o nedenle bir maşanın, bir çekicin, bir tornavidanın, bir baltanın, bir kerpetenin veya bir hela süpürgesinin işlevine sahiptir.
Anarşizm, insanlığın bu serüveninde, şu veya bu tarihsel aşamada, tarih yapan temel sınıflardan birini temsil edemez ve etmemiştir. Anarşizm, ne köle sahiplerinin, ne feodal beylerin, ne burjuvazinin, ne de işçi sınıfının ideolojisidir. Tarihi yapmadan tarihi yıkma olanağı bulunmadığı için, anarşizm tarihin ideolojik inşasının esas etkenleri arasında yer almaz. Ancak bir hakim sınıfın oyuncağı işlevini görür.
Tarihi olarak yenilmiş ve hiçbir gelecek umudu olmayan sınıfların artıkları, “Benden sonra tufan” düşüncesinin kucağına düşerler. “Benden sonra tufan” ruh halinin doktrini olarak Anarşizm ve onun gördüğü ‘Tufan’ hiç olmayacaktır. Çünkü bir toplumun sistemsiz kalması, üretim çarkından, üretim ilişkilerinden yoksun kalması mümkün değildir. Hayatın sürmesi için, yıkılan üretim ilişkilerinin yerini yeni üretim ilişkilerinin alması gerekir. O nedenle bir sistem, ancak yenisi gelirken yıkılır. Yani tavuk yumurtasından kabuğun kırılması için, o kabuğun içinde cücük olması gerekir. Ve o cücükte gelişip büyüyerek kabuğu zorlayacak ve kabuk kırılacak. Civciv büyürken, kabuk, yani sistem onu koruyacak ve o sıra hayatın hizmetinde olacaktır. Sistemlerin yıkılması da böyledir, yani hayatla karşı karşıya geldikleri zaman yıkılmaları kaçınılmaz olur. Ve ancak o yıkım, yeni bir hayatın başıdır. Bu nedenle hiç kimse kendini zorlayarak tufan yapamaz. Ve hiçbir tufan, birisi “Benden sonra tufan” dedi diye kopmamıştır. Bundan dolayıdır ki Anarşizm, tufan koparamaz.
“Tufan”, ancak o yeni üretim ilişkilerini temsil eden yükselen sınıfın tufanı olabilir. Doğadaki tufan nasıl doğal nedenlerle kopuyorsa, toplumsal tufanlar da toplumsal nedenlerden kaynaklanır. Toplumsal tufanlar, genellikle yapıcılığa yönelik bir yıkıcılığı temsil ederler ve tarih sahnesinde estikten sonra, yerini yeni sistemin huzur ve barışına terk ederler.
Anarşizm, işte tarihin seyrindeki bu temel mantığa hiçbir yerde ve hiçbir anda uymadığı için gerici bir safsatadır. Anarşist doktrin, bir safsata olduğu için, tarihin öznesi olan temel sınıfların ideolojisi olamaz.
SOYUT DEVLETİN DÜŞMANI KARŞI-DEVRİMCİ KARAKTER
Tarihi, sınıflar yapar. Sınıflar, tarihi devlet olma mücadelesiyle ve devlet olarak yapar. Bu açıdan tarihin öznesi, devlettir. Anarşizm, soyut devlet düşmanlığıyla tarihin karşısına çıkar.
Devlet, üretim fazlasıyla ortaya çıktı ve üretim fazlasının bölüşümüne bekçilik eden örgüttür.
Devlet, anacak üretim fazlasına bekçiliği zorunlu kılan toplumsal-ekonomik temelin ortadan kalkmasıyla söner. Yani üretim o kadar fazla olacak ki, herkesin ihtiyacına yetecek ve üretilenleri bölüştürmek için, silahı tekeline alan bir örgüte (yani devlete) ihtiyaç kalmayacak. Bu bağlamda devlet, ancak bolluk toplumunda ortadan kalkabilir.
Dolayısı ile üretim fazlası, devletin oluşmasına neden oldu. Ve üretim fazlasının aşırıya varıp, herkesin ihtiyacına yetecek noktaya varması ise devletin zeminini ortadan kaldıracaktır. Bu nedenle sosyalizm döneminde de devlet olacaktır. Çünkü sosyalizm döneminde bölüşüm ilkesi, hala emeğe göredir, yani sosyalizmin kuruluşu sırasında da kapitalizmin bölüm ilkesi geçerlidir. Sosyalizm, uzun bir tarihsel süreç içinde, kapitalist mülkiyeti ortadan kaldırır; ancak kapitalizmin emekçiye emeğine göre pay veren bölüşüm ilişkisin ortadan kaldırır.
Devlet, üretim fazlasıyla ortaya çıktı ve üretim fazlasının bölüşümüne bekçilik eden örgüttür.
Devlet, anacak üretim fazlasına bekçiliği zorunlu kılan toplumsal-ekonomik temelin ortadan kalkmasıyla söner. Yani üretim o kadar fazla olacak ki, herkesin ihtiyacına yetecek ve üretilenleri bölüştürmek için, silahı tekeline alan bir örgüte (yani devlete) ihtiyaç kalmayacak. Bu bağlamda devlet, ancak bolluk toplumunda ortadan kalkabilir.
Dolayısı ile üretim fazlası, devletin oluşmasına neden oldu. Ve üretim fazlasının aşırıya varıp, herkesin ihtiyacına yetecek noktaya varması ise devletin zeminini ortadan kaldıracaktır. Bu nedenle sosyalizm döneminde de devlet olacaktır. Çünkü sosyalizm döneminde bölüşüm ilkesi, hala emeğe göredir, yani sosyalizmin kuruluşu sırasında da kapitalizmin bölüm ilkesi geçerlidir. Sosyalizm, uzun bir tarihsel süreç içinde, kapitalist mülkiyeti ortadan kaldırır; ancak kapitalizmin emekçiye emeğine göre pay veren bölüşüm ilişkisin ortadan kaldırır.
Herkese ihtiyacına göre pay verebilmek için, herkese ihtiyacı kadar verecek üretimin olması gerekir. Bu nedenle bölüşüm sisteminin bekçiliği için gerekli olan devlet, varlığını sürdürecektir. Anacak üretim herkesin ihtiyacına yetecek düzeye geldiği zaman, devletin sönmesi şartları da oluşur. Tabii burada ihtiyacın tanımlanması meselesi de vardır. Bu yalnız ekonomik değil, aynı zamanda kültürel bir meseledir. Çünkü ihtiyacı aynı zamanda kültür belirliyor. Bolluk ekonomisi yanında, yeni kültür ve yeni insan vb. devletin sönüşünü getiren etkenlerdir.
Tekrar felsefi planda bakarsak, Anarşizmin devleti ortadan kaldırma iddiası, idealizmin doruğudur. Ve gericiliğin dibidir. Her yenilik, her devrim, ancak devlet halinde örgütlenerek toplumu değiştirir. Devrim, devlet kurmak içindir ve toplumu kurduğu devletle değiştirir. Bu nedenle Anarşizm’in soyut devlet düşmanlığı, karşı-devrimciliğinin ifadesidir.
YABANCILAŞMA ve KENDİĞİLENDİCİLİK
Anarşizm, sisteme karşı olduğunu iddia eder, ancak o sistemin yerine yeni bir sistem konmasına daha büyük bir şiddetle karşı çıkar. Yeniyi ve yeniyi getirecek olan örgütlenme ve otoriteyi reddettiği için, kendiğilindencidir. Hatta gelmiş geçmiş en aşırı kendiliğindencilik, anarşizm’dir. Halkı bilinçlendirmenin biricik yöntemi olan, öncünün kitlelere bilinç taşımasına karşı çıkar. Çünkü bir örgütlenme biçimi olan öncüyü reddeder. Bu nedenle halkın örgütlenmesine, halka önderlik edilmesine itiraz eder. Kendiliğinden halk hareketini kutsar.
Her siyasal akımın, sistem içi bile olsa, belli bir reformculuğu ve belli bir müdahaleciliği vardır. Sistemin hiçbir akımı, sistemle anarşizm kadar örtüşmez. Çünkü örgütlenme varsa, bir topluluk vardır. Ve o topluluk sistemin içinde bile olsa, farklı çıkarlara sahiptir. Ve o grubun örgütlenmesi, o farklı çıkarları savunur. Farklı çıkar, müdahale demektir, reform demektir. Anarşizm ise, sistemin içindeki farklı çıkarları savunmaktan bile acizdir, zavallıdır. Devrim için örgütlenme bir yana, herhangi bir grup adına sistem içi reformculuğun ve müdahaleciliğin de karşısındadır. Her türden örgütlenmeyi reddeden ve bireyi bütünüyle yalnız ve zavallı bırakan bir siyasal akımın, yapabileceği tek iş kalmaktadır; sisteme sonuna kadar bağlılık. Bu nedenle anarşizm, sisteme teslimiyette en aşırı akımdır.
Anarşizmi, sistem içindeki diğer kendiliğindenci akımlardan ayıran temel özelliği, hayatın ve gerçeğin dışında olmasıdır. Kendiliğindencilik, sistemin içinde olan kitlenin sürekli olarak sistemi yeniden üretmesi anlamına gelir. Toplumsal süreci zihninizde durdurarak baktığınız zaman, kendiliğindencilik, en gerçekçi tavır gibi görünür. Çünkü var olan duruma uyum göstermektedir. Ancak bu uyum bile, bir tasarımın (projenin) ürünüdür. Ve o tasarım, başlangıçta devrimci bir tasarımdı. Anarşizm ise, örgütlenmeyi reddettiği için, aslında her türden tasarımı reddetmiş olur. Oysa toplum, ancak tasarımlarla yaşar, üretim tasarımlarla ve bu tasarımların örgütlenmesiyle gerçekleşir. Toplumla ilgili herhangi bir tasarım, ister ekonomik düzlemde ister siyasal ve ideolojik düzlemde ancak örgütlü olarak yerine getirebilir.
Anarşizm, örgütlenmeyi reddederek, aslında hayatı, üretimi ve toplumu reddetmiş olmaktadır. İşte bu yüzdendir ki, Anarşizm’in kendiliğindenciliği, olmayacak bir kendiliğindenciliktir.
EN AŞIRI BENCİLİK ve BİREYCİLİĞİN SAHİBİ
İnsan, tasarım yapan hayvandır. Tasarımı ve o tasarımı gerçekleştirecek örgütlenmeyi reddeden bir doktrin, daha anda kendisini insan olma olgusunun dışına atmaktadır.
Anarşizm’in özgürlük anlayışı, toplumu reddeden bir özgürlük anlayışıdır; toplum dışı bir özgürlük anlayışıdır. Anarşistin özgürlüğünü sınırlayan ne bir toplum vardır, ne bir birey, ne bir aile, ne örgüt, ne kabile, ne kral, ne bey, ne tarikat!
Anarşist, sistemi ve toplumu reddettiği için, bütün değerleri de birlikte reddeder, aslında kendisi dışında hiçbir değeri tanımaz ve sevmez, yalnız ve yalnız kendisini sayar, kendisini sever. Bütün değerleri ve en yakınlarını bile bir kibrit çakarak yakmaktan çekinmez. Anarşistin ne arkadaşlığı olur, ne dostluğu, ne evlatlığı, ne babalığı. O yalnız ve yalnız kendisinin dostu, kendisinin evladı, kendisinin babası ve kendisinin arkadaşıdır. Anarşizm, her türden sorumluluğun, sadakatin, vicdanın, bağlılığının, vefanın ve insani ilişki ve duygunun dışındandır.
Anarşist, gerçekten alabildiğine koptuğu için, yalancıdır; sahtekardır; komplocudur; utanma duygusundan yoksundur; yüzsüzdür. Anarşist kendisinden başka her şeyi reddederken, hiç olur.
Tekrar felsefi planda bakarsak, Anarşizmin devleti ortadan kaldırma iddiası, idealizmin doruğudur. Ve gericiliğin dibidir. Her yenilik, her devrim, ancak devlet halinde örgütlenerek toplumu değiştirir. Devrim, devlet kurmak içindir ve toplumu kurduğu devletle değiştirir. Bu nedenle Anarşizm’in soyut devlet düşmanlığı, karşı-devrimciliğinin ifadesidir.
YABANCILAŞMA ve KENDİĞİLENDİCİLİK
Anarşizm, sisteme karşı olduğunu iddia eder, ancak o sistemin yerine yeni bir sistem konmasına daha büyük bir şiddetle karşı çıkar. Yeniyi ve yeniyi getirecek olan örgütlenme ve otoriteyi reddettiği için, kendiğilindencidir. Hatta gelmiş geçmiş en aşırı kendiliğindencilik, anarşizm’dir. Halkı bilinçlendirmenin biricik yöntemi olan, öncünün kitlelere bilinç taşımasına karşı çıkar. Çünkü bir örgütlenme biçimi olan öncüyü reddeder. Bu nedenle halkın örgütlenmesine, halka önderlik edilmesine itiraz eder. Kendiliğinden halk hareketini kutsar.
Her siyasal akımın, sistem içi bile olsa, belli bir reformculuğu ve belli bir müdahaleciliği vardır. Sistemin hiçbir akımı, sistemle anarşizm kadar örtüşmez. Çünkü örgütlenme varsa, bir topluluk vardır. Ve o topluluk sistemin içinde bile olsa, farklı çıkarlara sahiptir. Ve o grubun örgütlenmesi, o farklı çıkarları savunur. Farklı çıkar, müdahale demektir, reform demektir. Anarşizm ise, sistemin içindeki farklı çıkarları savunmaktan bile acizdir, zavallıdır. Devrim için örgütlenme bir yana, herhangi bir grup adına sistem içi reformculuğun ve müdahaleciliğin de karşısındadır. Her türden örgütlenmeyi reddeden ve bireyi bütünüyle yalnız ve zavallı bırakan bir siyasal akımın, yapabileceği tek iş kalmaktadır; sisteme sonuna kadar bağlılık. Bu nedenle anarşizm, sisteme teslimiyette en aşırı akımdır.
Anarşizmi, sistem içindeki diğer kendiliğindenci akımlardan ayıran temel özelliği, hayatın ve gerçeğin dışında olmasıdır. Kendiliğindencilik, sistemin içinde olan kitlenin sürekli olarak sistemi yeniden üretmesi anlamına gelir. Toplumsal süreci zihninizde durdurarak baktığınız zaman, kendiliğindencilik, en gerçekçi tavır gibi görünür. Çünkü var olan duruma uyum göstermektedir. Ancak bu uyum bile, bir tasarımın (projenin) ürünüdür. Ve o tasarım, başlangıçta devrimci bir tasarımdı. Anarşizm ise, örgütlenmeyi reddettiği için, aslında her türden tasarımı reddetmiş olur. Oysa toplum, ancak tasarımlarla yaşar, üretim tasarımlarla ve bu tasarımların örgütlenmesiyle gerçekleşir. Toplumla ilgili herhangi bir tasarım, ister ekonomik düzlemde ister siyasal ve ideolojik düzlemde ancak örgütlü olarak yerine getirebilir.
Anarşizm, örgütlenmeyi reddederek, aslında hayatı, üretimi ve toplumu reddetmiş olmaktadır. İşte bu yüzdendir ki, Anarşizm’in kendiliğindenciliği, olmayacak bir kendiliğindenciliktir.
EN AŞIRI BENCİLİK ve BİREYCİLİĞİN SAHİBİ
İnsan, tasarım yapan hayvandır. Tasarımı ve o tasarımı gerçekleştirecek örgütlenmeyi reddeden bir doktrin, daha anda kendisini insan olma olgusunun dışına atmaktadır.
Anarşizm’in özgürlük anlayışı, toplumu reddeden bir özgürlük anlayışıdır; toplum dışı bir özgürlük anlayışıdır. Anarşistin özgürlüğünü sınırlayan ne bir toplum vardır, ne bir birey, ne bir aile, ne örgüt, ne kabile, ne kral, ne bey, ne tarikat!
Anarşist, sistemi ve toplumu reddettiği için, bütün değerleri de birlikte reddeder, aslında kendisi dışında hiçbir değeri tanımaz ve sevmez, yalnız ve yalnız kendisini sayar, kendisini sever. Bütün değerleri ve en yakınlarını bile bir kibrit çakarak yakmaktan çekinmez. Anarşistin ne arkadaşlığı olur, ne dostluğu, ne evlatlığı, ne babalığı. O yalnız ve yalnız kendisinin dostu, kendisinin evladı, kendisinin babası ve kendisinin arkadaşıdır. Anarşizm, her türden sorumluluğun, sadakatin, vicdanın, bağlılığının, vefanın ve insani ilişki ve duygunun dışındandır.
Anarşist, gerçekten alabildiğine koptuğu için, yalancıdır; sahtekardır; komplocudur; utanma duygusundan yoksundur; yüzsüzdür. Anarşist kendisinden başka her şeyi reddederken, hiç olur.
BENCİLLİĞİN GETİRDİĞİ KARAMSARLIK: İNTİHAR
Aşırı bencillik, aşırı bireycilik, yabancılaşmanın doruğudur.
Yıkılan Ortaçağ asilzadesi, yok oluş gerçeği karşısında bir çıkış yolu aramıştır. Yine gelişen kapitalist ilişkilerin tasfiye ettiği küçük zanaatkarın koyu karamsarlığı da ifadesini Anarşizm’de bulmuştur. Elindeki Ortaçağdan kalma dokuma tezgahını, yün çıkrığını veya demirci körüğünü yakmaktan başka yapabileceği bir iş kalmayan, mülksüzleşen zanaatkarın en karamsar olanları, Anarşizm’in kucağına düşmüşlerdir. Avrupa saraylarının ve umutsuz küçük burjuvazinin kimi aydınları da, sınıflarının çöküşü karşısında Anarşizm’e yöneldiler.
Aşırı bencillik, aşırı bireycilik, yabancılaşmanın doruğudur.
Yıkılan Ortaçağ asilzadesi, yok oluş gerçeği karşısında bir çıkış yolu aramıştır. Yine gelişen kapitalist ilişkilerin tasfiye ettiği küçük zanaatkarın koyu karamsarlığı da ifadesini Anarşizm’de bulmuştur. Elindeki Ortaçağdan kalma dokuma tezgahını, yün çıkrığını veya demirci körüğünü yakmaktan başka yapabileceği bir iş kalmayan, mülksüzleşen zanaatkarın en karamsar olanları, Anarşizm’in kucağına düşmüşlerdir. Avrupa saraylarının ve umutsuz küçük burjuvazinin kimi aydınları da, sınıflarının çöküşü karşısında Anarşizm’e yöneldiler.
Anarşizm’in teorisyenleri onların arasından çıktı. Bunlar, kralların tahtlarının devrildiği çağlarda, asilzadeler adına tarihe meydan okudular. Yerlerde yuvarlanan taçları, tekrar efendilerinin başına giydirme şansları yoktu. Ancak feodalizme karşı yükselen halk hareketinin içine bombalar atma, kargaşalık çıkarma şansları vardı ve bu şanslarını kullandılar. Ancak Anarşizm’in teorisyenleri, soylu olmadıkları için, şereflerini intiharla kurtarmak gibi bir seçeneğe sahip değillerdi. Saray soytarılığı ve kışkırtıcı ajanlık dışında bir çıkış yolu bulamadılar.
Çöken sınıfların aydınlarının üretime, emeğe, insana, topluma ve kendilerine yabancılaşmaları olayı, özellikle Rus edebiyatına derin çizgilerle yansımıştır. Gonçarov’un, Oblomov’u, Turgunyev’in, Rudin’i, çöken sınıfın yıkılan aydın tiplerini temsil eder. Üretimden ve hayattan kopukturlar. İnsana ve topluma yabancılaşmışlardırlar. Bu yabancılaşma, kimi zaman Oblomov’un vurdumduymazlığı ve boş vermişliği şeklinde kendini gösteriri; kimi zaman da Rudin örneğinde olduğu gibi, barikatların üzerindeki intihar eylemiyle noktalanır. Anarşist, eğer kışkırtıcı ajan olamadıysa, en sonunda kendisine “BÜYÜK” bir ölüm seçecektir.
Oblomov ve Rudin, Dostoyevski’nin Verkovenski’si yanında melek kadar temiz kalırlar. Verkovenski, bir insan değil, fakat gerçek anlamıyla ecinnidir. Anarşistlere özgü aşırı bencilliği, komploculuğu, entrikacılığı, en yakınındaki insanı bile hiç olarak gören karakteriyle bir şeytan, bir iblistir o. Verkovenski, belki de dünya edebiyatının en olumsuz ve en iğrenç kahramanıdır. (Dostoyevski’de üç aydın tipi, Oblomov ve Oblomovluğumuz, Saçak, Sayı 34/5, 31) Ne köleci aristokrat, ne derebeyi, ne vahşi kapitalist, hiçbiri anarşist kadar insanlık dışı ve insana yabancı değildir.
Yani Anarşizm, her çağda çökmekte veya dağılmakta olan sınıfların içindeki en karamsar unsurların intihar çılgınlığına cevap vermiştir.
İnsanı insana yabancılaştırmada, insanı insani duygulardan koparmada, Anarşizm’in eline su dökülecek başka akım bulunamaz. Çünkü bütün sömürü ve zulüm sistemlerinin, yine de üretim çarkını çeviren tarihsel bir işlevi vardır. Anarşizm ise, tarihini dışlında olduğu için, insanlığın da dışındadır ve bu nedenle insana en yabancı cereyandır. Anarşizm ile intihar arasındaki iç içeli de bunu kanıtlar. Bilindiği gibi, yabancılaşmanın en önemli göstergesi, intihar olayıdır.
Anarşist, sistemin dolayısıyla toplumun içinde yer almayı reddeden aşırı bireycilliyle, sistemin parçası olan üretime yabancılaşmasıyla, yine sistem içinde gördüğü her türden toplumsal örgütlenmeye karşı çıkışıyla, hatta yine sistemin içinde gördüğü devrimci örgütlenme ve devrimci çözüme karşı kin ve nefretiyle, intihara doğru koşar ve intihara doğru koşturur. Siyasal akım mensupları arasında en çok anarşistlerin intihar etmesi, bu aşırı yabancılaşmanın bir sonucudur.
Hiçbir beklentiye, hiçbir umuda, hiçbir özleme cevap veremeyen bir doktrin, insan enerjisini hangi amaca yöneltebilir. Anarşizm, ölmek için enerji harcamaktır; bir intihar doktrinidir. Anarşist ise, bir intihar öznesidir. Anarşizm, yıkıcılığını, karamsarlığını, karanlık faaliyetini ve karanlık sonunu kara rengiyle ifade etmiştir. Beklentileri ve vaat edikleri kapkara olduğu için, bayrağı da karadır.
BIRAKILAN DEĞER: İHANET
Anarşist’in önündeki çatal çıkmaz, intihar ya da ihanettir.
Bütün değerlere sadakatsizlik, bütün ilişkilere vefasızlık, Anarşizm’in anayasasıdır. Bu anayasa, Anarşist’e tek bir değer bırakmıştır: İhanet. Anarşist, var olan bütün insani değerlere ihaneti, değerler sisteminin doruğuna oturtur. Bu hiyerarşide ikinci bir değer yoktur. Bütün değerler, ihanete ve sadakatsizliğe indirgenmiştir. Anarşist, kendisine de ihanet eder. O andan itibaren hainlik ve şerefsizlik, anarşist için biricik yükselme yolu olur. Anarşistler, ancak kendi şereflerinin üzerine basarak yükselebilirler.
Bütün değerlerin yok edildiği yerde, ne insan vardır, ne toplum vardır. Anarşizm, her türden rezilliği ve pespayeliği bir araya getirebilen doktrindir. Feodalizmin faziletleri vardır, ama Anarşizm erdemsizliktir. Sıfırdır. Hiçtir.
Anarşizm’in amentüsü, anne-baba, ağabey, kardeş, eş, dost herkesi sıfıra indirmektir. Anarşist’in pratiğinde, bütün yeminler çiğnenir. Bütün sözler, ayaklar altına alınır. Döneklik ve inkar dizginlerinden boşanır. Anarşist güvenilmez ve bugün yaptığını yarın çiğneyecektir. Bu yüzden dün yaptığına bugün söver. Dün, sevdiğine, bugün kin kusar. Dün yücelttiğini, bugün yere batırma hummasına kapılır.
Anarşist, kendi ipini satmış adamdır. Ünlü anarşistlerden Jean Genet, tiyatro seyircisine şu satırlarla takdim edilmektedir: “O bir ‘Piç’, öksüz, eşcinsel, hırsız, kaçakçı, asker kaçağı, serseri, marjinal, asi, gedikli mahkum; tüm yerleşik ahlaksal ve toplumsal değerlere meydan okuyan bir anarşist; parmak ısırtan bir ‘kötülükler’ bireşimi.” (Ünlü anarşist Jean Genet’nin Balkon adlı oyununda Tiyatro Stüdyosu tarafından izleyiciye verilen sunuştan.)
Dikkat edilirse, sayılan bütün nitelikler, çok köklü ve çok boyutlu bir yıkıma işaret ediyor. Yapıcılığı besleyecek herhangi bir kaynağa ise rastlanmıyor. Genet, Balkon adlı oyununda, ne zaman çözümü sorunu gündeme gelse, hep gerçekleştirilebilir bir yapıcılığın karşısına dikiliyor. Onun için, yalnız itaatsizlik gösterilecek değerler, ilişkiler ve örgütlenmeler vardır; fakat onların yerine konacak herhangi bir değer, ilişki ve örgütlenme yoktur.
Tarihin içinde, Anarşistin talip olduğu yıkıcı kahramanlığa bir rol tanımaktadır. Ama o yıkıcılığı, sistemin hakim sınıfının emrinde görevli rolüne dönüştürme şansı her zaman açık bırakılmıştır.
Görevli geleneği, günümüz anarşistlerine, Anarşizm’in 19. yüzyıldaki babalarından miras kalmıştır. Hemen hepsi, saray soytarılığı yanında, ikinci bir saray görevi daha yapmışlardır. O da yıkılan sarayların kışkırtıcı ajanlığıdır.
Anarşizm, bu geleneğini daha sonraki sistemler içinde de sürdürdü; sürdürmeye mecburdu.
SARAY SOYTARILIĞINDAN KÜRESELLEŞMENİN KIŞKIRTICILIĞINA AÇIK BIRAKILAN TEK KAPI: KIŞKIRTICI AJANLIK
Kendi tarlasını kaybedince, beyin harmanını yakan hesapsız cahil; nasıl bir adım sonra o toprak ağasının köylü hareketinin içindeki ispiyoncusu ve kışkırtıcısı olabiliyorsa, Anarşizm’in ve Anarşist’in serüveni de budur.
Yine yok olan zanaatkar, son çareyi dokuma makinelerini kırmakta bulduysa, anarşistin ilk çaresi de, kırmak ve yıkmaktır. Ancak o ilk çare, çaresizliği temsil ettiği için, arkasından gelen ikinci çare, makinelerin ve fabrikanın sahibi olan patronun kışkırtıcı ajanı olmaktır.
Demek ki, yok olan küçük-burjuva için iki yol vardır. Çoğunluk, iş gücünü satarak proletere dönüşür. Bir avuç denecek kadar azınlık ise, yıkıcılık üzerinden sistemin ajan / provokatörlüğü mertebesine ulaşır.
Anarşist fikir babaları, sahneye hep kahraman edasıyla çıkmış ve perdeyi hep kışkırtıcı ajan olarak kapatmıştır. Devrimci halk hareketine ve sosyalizme düşmanlık, biricik faaliyet programları olmuştur. Tarihin Anarşizm’e açık bıraktığı tek kapı vardır: Provokasyon kapısı. Bu nedenle Anarşizm’in tarihi ile kışkırtıcı ajanlığın tarihi iç içe geçmiştir. Kahraman bir Anarşist, eğer kahraman olmakta ısrar ederse, kahraman bir kışkırtıcı olur.
İNSANLIK TARİHİNİN EN GERİCİ EN KARŞI-DEVRİMCİ DOKTRİNİ
Anarşizm, kapitalizmin rekabet çağında ve emperyalizm döneminde de, hep devrimci hareket içinde kargaşalık çıkartan, tertipler ve kışkırtmalarla devrimci hareketi ezdiren bir işlev gördü. Marks ve Engels, devrimci hayatlarında hep Anarşizmle boğuştular ve bu alanda çok önemli eserler bıraktılar. Lenin ve Mao’da, önderlik ettikleri devrimleri, anarşizm ve benzeri cereyanların kışkırtma ve tertiplerle savaşarak başarıya ulaştırdılar.
İnsanlık tarihinin tanıdığı en gerici, en yıkıcı doktrin, Anarşizm’dir. Çünkü Anarşizm, topluma ve insana var olma şansı tanımıyor. Hiçbir doktrin, bu açıdan Anarşizm kadar gerici ve karşı-devrimci değildir.
KÜRESEL MAFYALAŞMA DÖNEMİNDE ANARŞİZMİN GÖREVİ
Anarşizm, emperyalizmin artık mafyalaştığı küreselleşme döneminde, yeniden imal edilmiş ve piyasaya sürülmüştür. Bu olayın hem küresel çaptaki, hem de ulusal düzlemdeki toplumsal/ekonomik temelinin aydınlatılması gerekiyor.
Anarşizm’e, küresel planda işlev kazandıran olay, emperyalist ABD’nin bağımsız devletleri tasfiye ederek dünya imparatorluğu kurma peşinde koşmasıdır.
Anarşizm’e ülke zemininde yol veren olay ise, geniş kitlelerin planlı olarak kaosun içine itilmesidir. Anarşizm, bir yönüyle ezilen dünya ülkelerini devletsizleştirme harekatının aletidir. Bir yönüyle de, ezilen halkları çözmek harekatının bir parçasıdır.
İki yön kuşkusuz birbirini tamamlıyor. Kurtuluş savaşlarıyla kurulan bağımsız devletler yıkıldığı zaman, bağımsız devletlerin kuruduğu halklarda dağılacak ve orta çağın etnik grup ve cemaatlerine bölüneceklerdirler. Halkların/Milletlerin çözülmesi süreci ise, bağımsız devletin dayandığı insan unsurunu zaafa uğratmaktadır.
Ezilen Dünya’da, bağımsız devletlerin tasfiyesi için, her türlü bölünme etkeni harekete geçirilmekte, toplum büyük bir kaosun/keşmekeşliğin içine itilmektedir. Anarşizm ve onun türevlerinden olan “Sivil İtaatsizlik” bu amaçla kullanılıyor, kullanılmaktadır.
DEVLETSİZLEŞTİRMENİN ALETİ
Küreselleşme, ezilen dünya ülkelerinin ve hatta bazı kapitalist ülkelerin devletsizleştirme olayıdır. Bağımsız devletler/ülkeler yıkılacak ve ülke çeşitli yerel yönetimler ve “Hükümet dışı kuruluşlar” (NGO’lar) aracılığıyla Washington merkezli devletlere bağlanacaktır. Buradan hareketle de karşımıza süper devleti çıkaracaktır.
Bu durumda gelsin Anarşizm!
Bakunin’lerin, Kropotkin’lerin, Proudhon’ların ve diğer saray soytarılarının devlet düşmanlığının tam zamanıdır. Ezilen dünya ülkelerinin gençliği, kendi bağımsız devletini yıkma faaliyetinde dünya merkezlerinin dinamiti ve balyozu olarak kullanılacaktır. O nedenle Anarşizm’in devlet düşmanlığı, yalnız ve yalnız bağımsız devlet düşmanlığıdır. Süper devlet ise, Anarşizm’i, bağımsız devletin üzerine süren güçtür. Böylece Anarşizm bağımsız devlet düşmanlığı üzerinden süper devlet hizmetkarlığına varmıştır. Anarşizm, bağımsız devlet düşmanlığı yaparken, süper devletin dünya imparatorluğu planın sopası işlevini görmektedir.
Türkiye’de ve diğer ezilen dünya ülkelerinde Anarşizm diye bir akım yokken, birden bire dünya merkezlerinden pompalanmasının hikmeti buradadır.
Çöken sınıfların aydınlarının üretime, emeğe, insana, topluma ve kendilerine yabancılaşmaları olayı, özellikle Rus edebiyatına derin çizgilerle yansımıştır. Gonçarov’un, Oblomov’u, Turgunyev’in, Rudin’i, çöken sınıfın yıkılan aydın tiplerini temsil eder. Üretimden ve hayattan kopukturlar. İnsana ve topluma yabancılaşmışlardırlar. Bu yabancılaşma, kimi zaman Oblomov’un vurdumduymazlığı ve boş vermişliği şeklinde kendini gösteriri; kimi zaman da Rudin örneğinde olduğu gibi, barikatların üzerindeki intihar eylemiyle noktalanır. Anarşist, eğer kışkırtıcı ajan olamadıysa, en sonunda kendisine “BÜYÜK” bir ölüm seçecektir.
Oblomov ve Rudin, Dostoyevski’nin Verkovenski’si yanında melek kadar temiz kalırlar. Verkovenski, bir insan değil, fakat gerçek anlamıyla ecinnidir. Anarşistlere özgü aşırı bencilliği, komploculuğu, entrikacılığı, en yakınındaki insanı bile hiç olarak gören karakteriyle bir şeytan, bir iblistir o. Verkovenski, belki de dünya edebiyatının en olumsuz ve en iğrenç kahramanıdır. (Dostoyevski’de üç aydın tipi, Oblomov ve Oblomovluğumuz, Saçak, Sayı 34/5, 31) Ne köleci aristokrat, ne derebeyi, ne vahşi kapitalist, hiçbiri anarşist kadar insanlık dışı ve insana yabancı değildir.
Yani Anarşizm, her çağda çökmekte veya dağılmakta olan sınıfların içindeki en karamsar unsurların intihar çılgınlığına cevap vermiştir.
İnsanı insana yabancılaştırmada, insanı insani duygulardan koparmada, Anarşizm’in eline su dökülecek başka akım bulunamaz. Çünkü bütün sömürü ve zulüm sistemlerinin, yine de üretim çarkını çeviren tarihsel bir işlevi vardır. Anarşizm ise, tarihini dışlında olduğu için, insanlığın da dışındadır ve bu nedenle insana en yabancı cereyandır. Anarşizm ile intihar arasındaki iç içeli de bunu kanıtlar. Bilindiği gibi, yabancılaşmanın en önemli göstergesi, intihar olayıdır.
Anarşist, sistemin dolayısıyla toplumun içinde yer almayı reddeden aşırı bireycilliyle, sistemin parçası olan üretime yabancılaşmasıyla, yine sistem içinde gördüğü her türden toplumsal örgütlenmeye karşı çıkışıyla, hatta yine sistemin içinde gördüğü devrimci örgütlenme ve devrimci çözüme karşı kin ve nefretiyle, intihara doğru koşar ve intihara doğru koşturur. Siyasal akım mensupları arasında en çok anarşistlerin intihar etmesi, bu aşırı yabancılaşmanın bir sonucudur.
Hiçbir beklentiye, hiçbir umuda, hiçbir özleme cevap veremeyen bir doktrin, insan enerjisini hangi amaca yöneltebilir. Anarşizm, ölmek için enerji harcamaktır; bir intihar doktrinidir. Anarşist ise, bir intihar öznesidir. Anarşizm, yıkıcılığını, karamsarlığını, karanlık faaliyetini ve karanlık sonunu kara rengiyle ifade etmiştir. Beklentileri ve vaat edikleri kapkara olduğu için, bayrağı da karadır.
BIRAKILAN DEĞER: İHANET
Anarşist’in önündeki çatal çıkmaz, intihar ya da ihanettir.
Bütün değerlere sadakatsizlik, bütün ilişkilere vefasızlık, Anarşizm’in anayasasıdır. Bu anayasa, Anarşist’e tek bir değer bırakmıştır: İhanet. Anarşist, var olan bütün insani değerlere ihaneti, değerler sisteminin doruğuna oturtur. Bu hiyerarşide ikinci bir değer yoktur. Bütün değerler, ihanete ve sadakatsizliğe indirgenmiştir. Anarşist, kendisine de ihanet eder. O andan itibaren hainlik ve şerefsizlik, anarşist için biricik yükselme yolu olur. Anarşistler, ancak kendi şereflerinin üzerine basarak yükselebilirler.
Bütün değerlerin yok edildiği yerde, ne insan vardır, ne toplum vardır. Anarşizm, her türden rezilliği ve pespayeliği bir araya getirebilen doktrindir. Feodalizmin faziletleri vardır, ama Anarşizm erdemsizliktir. Sıfırdır. Hiçtir.
Anarşizm’in amentüsü, anne-baba, ağabey, kardeş, eş, dost herkesi sıfıra indirmektir. Anarşist’in pratiğinde, bütün yeminler çiğnenir. Bütün sözler, ayaklar altına alınır. Döneklik ve inkar dizginlerinden boşanır. Anarşist güvenilmez ve bugün yaptığını yarın çiğneyecektir. Bu yüzden dün yaptığına bugün söver. Dün, sevdiğine, bugün kin kusar. Dün yücelttiğini, bugün yere batırma hummasına kapılır.
Anarşist, kendi ipini satmış adamdır. Ünlü anarşistlerden Jean Genet, tiyatro seyircisine şu satırlarla takdim edilmektedir: “O bir ‘Piç’, öksüz, eşcinsel, hırsız, kaçakçı, asker kaçağı, serseri, marjinal, asi, gedikli mahkum; tüm yerleşik ahlaksal ve toplumsal değerlere meydan okuyan bir anarşist; parmak ısırtan bir ‘kötülükler’ bireşimi.” (Ünlü anarşist Jean Genet’nin Balkon adlı oyununda Tiyatro Stüdyosu tarafından izleyiciye verilen sunuştan.)
Dikkat edilirse, sayılan bütün nitelikler, çok köklü ve çok boyutlu bir yıkıma işaret ediyor. Yapıcılığı besleyecek herhangi bir kaynağa ise rastlanmıyor. Genet, Balkon adlı oyununda, ne zaman çözümü sorunu gündeme gelse, hep gerçekleştirilebilir bir yapıcılığın karşısına dikiliyor. Onun için, yalnız itaatsizlik gösterilecek değerler, ilişkiler ve örgütlenmeler vardır; fakat onların yerine konacak herhangi bir değer, ilişki ve örgütlenme yoktur.
Tarihin içinde, Anarşistin talip olduğu yıkıcı kahramanlığa bir rol tanımaktadır. Ama o yıkıcılığı, sistemin hakim sınıfının emrinde görevli rolüne dönüştürme şansı her zaman açık bırakılmıştır.
Görevli geleneği, günümüz anarşistlerine, Anarşizm’in 19. yüzyıldaki babalarından miras kalmıştır. Hemen hepsi, saray soytarılığı yanında, ikinci bir saray görevi daha yapmışlardır. O da yıkılan sarayların kışkırtıcı ajanlığıdır.
Anarşizm, bu geleneğini daha sonraki sistemler içinde de sürdürdü; sürdürmeye mecburdu.
SARAY SOYTARILIĞINDAN KÜRESELLEŞMENİN KIŞKIRTICILIĞINA AÇIK BIRAKILAN TEK KAPI: KIŞKIRTICI AJANLIK
Kendi tarlasını kaybedince, beyin harmanını yakan hesapsız cahil; nasıl bir adım sonra o toprak ağasının köylü hareketinin içindeki ispiyoncusu ve kışkırtıcısı olabiliyorsa, Anarşizm’in ve Anarşist’in serüveni de budur.
Yine yok olan zanaatkar, son çareyi dokuma makinelerini kırmakta bulduysa, anarşistin ilk çaresi de, kırmak ve yıkmaktır. Ancak o ilk çare, çaresizliği temsil ettiği için, arkasından gelen ikinci çare, makinelerin ve fabrikanın sahibi olan patronun kışkırtıcı ajanı olmaktır.
Demek ki, yok olan küçük-burjuva için iki yol vardır. Çoğunluk, iş gücünü satarak proletere dönüşür. Bir avuç denecek kadar azınlık ise, yıkıcılık üzerinden sistemin ajan / provokatörlüğü mertebesine ulaşır.
Anarşist fikir babaları, sahneye hep kahraman edasıyla çıkmış ve perdeyi hep kışkırtıcı ajan olarak kapatmıştır. Devrimci halk hareketine ve sosyalizme düşmanlık, biricik faaliyet programları olmuştur. Tarihin Anarşizm’e açık bıraktığı tek kapı vardır: Provokasyon kapısı. Bu nedenle Anarşizm’in tarihi ile kışkırtıcı ajanlığın tarihi iç içe geçmiştir. Kahraman bir Anarşist, eğer kahraman olmakta ısrar ederse, kahraman bir kışkırtıcı olur.
İNSANLIK TARİHİNİN EN GERİCİ EN KARŞI-DEVRİMCİ DOKTRİNİ
Anarşizm, kapitalizmin rekabet çağında ve emperyalizm döneminde de, hep devrimci hareket içinde kargaşalık çıkartan, tertipler ve kışkırtmalarla devrimci hareketi ezdiren bir işlev gördü. Marks ve Engels, devrimci hayatlarında hep Anarşizmle boğuştular ve bu alanda çok önemli eserler bıraktılar. Lenin ve Mao’da, önderlik ettikleri devrimleri, anarşizm ve benzeri cereyanların kışkırtma ve tertiplerle savaşarak başarıya ulaştırdılar.
İnsanlık tarihinin tanıdığı en gerici, en yıkıcı doktrin, Anarşizm’dir. Çünkü Anarşizm, topluma ve insana var olma şansı tanımıyor. Hiçbir doktrin, bu açıdan Anarşizm kadar gerici ve karşı-devrimci değildir.
KÜRESEL MAFYALAŞMA DÖNEMİNDE ANARŞİZMİN GÖREVİ
Anarşizm, emperyalizmin artık mafyalaştığı küreselleşme döneminde, yeniden imal edilmiş ve piyasaya sürülmüştür. Bu olayın hem küresel çaptaki, hem de ulusal düzlemdeki toplumsal/ekonomik temelinin aydınlatılması gerekiyor.
Anarşizm’e, küresel planda işlev kazandıran olay, emperyalist ABD’nin bağımsız devletleri tasfiye ederek dünya imparatorluğu kurma peşinde koşmasıdır.
Anarşizm’e ülke zemininde yol veren olay ise, geniş kitlelerin planlı olarak kaosun içine itilmesidir. Anarşizm, bir yönüyle ezilen dünya ülkelerini devletsizleştirme harekatının aletidir. Bir yönüyle de, ezilen halkları çözmek harekatının bir parçasıdır.
İki yön kuşkusuz birbirini tamamlıyor. Kurtuluş savaşlarıyla kurulan bağımsız devletler yıkıldığı zaman, bağımsız devletlerin kuruduğu halklarda dağılacak ve orta çağın etnik grup ve cemaatlerine bölüneceklerdirler. Halkların/Milletlerin çözülmesi süreci ise, bağımsız devletin dayandığı insan unsurunu zaafa uğratmaktadır.
Ezilen Dünya’da, bağımsız devletlerin tasfiyesi için, her türlü bölünme etkeni harekete geçirilmekte, toplum büyük bir kaosun/keşmekeşliğin içine itilmektedir. Anarşizm ve onun türevlerinden olan “Sivil İtaatsizlik” bu amaçla kullanılıyor, kullanılmaktadır.
DEVLETSİZLEŞTİRMENİN ALETİ
Küreselleşme, ezilen dünya ülkelerinin ve hatta bazı kapitalist ülkelerin devletsizleştirme olayıdır. Bağımsız devletler/ülkeler yıkılacak ve ülke çeşitli yerel yönetimler ve “Hükümet dışı kuruluşlar” (NGO’lar) aracılığıyla Washington merkezli devletlere bağlanacaktır. Buradan hareketle de karşımıza süper devleti çıkaracaktır.
Bu durumda gelsin Anarşizm!
Bakunin’lerin, Kropotkin’lerin, Proudhon’ların ve diğer saray soytarılarının devlet düşmanlığının tam zamanıdır. Ezilen dünya ülkelerinin gençliği, kendi bağımsız devletini yıkma faaliyetinde dünya merkezlerinin dinamiti ve balyozu olarak kullanılacaktır. O nedenle Anarşizm’in devlet düşmanlığı, yalnız ve yalnız bağımsız devlet düşmanlığıdır. Süper devlet ise, Anarşizm’i, bağımsız devletin üzerine süren güçtür. Böylece Anarşizm bağımsız devlet düşmanlığı üzerinden süper devlet hizmetkarlığına varmıştır. Anarşizm, bağımsız devlet düşmanlığı yaparken, süper devletin dünya imparatorluğu planın sopası işlevini görmektedir.
Türkiye’de ve diğer ezilen dünya ülkelerinde Anarşizm diye bir akım yokken, birden bire dünya merkezlerinden pompalanmasının hikmeti buradadır.
HALKI BİRBİRİNE BAĞLAYAN BÜTÜN DEĞERLERİN DİNAMİTLENMESİ
Emperyalist ABD, küreselleşme adı altında, ezilen dünya ülkelerinde halkları birbirine bağlayan bütün değerleri yıkma ve çözme programını uygulamaktadır. Bu amaçla etnik bölücülük, mezhepçilik, tarikatçılık, cemaatçilik, falcılık, büyücülük, satanizm gibi feodal ve hatta kabile toplum kalıntıları yanında, Anarşizm de kullanılmaktadır. Devletsizleştirilen halklar, etnik gruplar ve mezhepler arasında boğazlaşmalar, cemaat ve tarikat savaşları, toplumsal çatışmaları kışkırtmak için, Anarşizm, sistemin efendilerine çok geniş imkanlar sunmaktadır. O zaman gelsin Anarşizm!
Dinler arası diyalog, Hristiyan misyonerliği, hep Anarşizmle kol koladır. Bu nedenle halkların bütün değerleri yoğun bir bombardıman altındadır. Sistem bütün iletişim araçlarını seferber etmiştir. Sistemin merkezlerinde olsun, çevrede olan televizyonlar, radyolar, gazeteler; Anarşizm’in otonomluğun vb. ilişkilerin ve her türden topluma yabancılaşmanın reklamını yapmakta, gençliği bu kanallara yöneltmektedir.
Devam edecek olursak, Radikal, Hürriyet, Milliyet, Sabah, Vatan, bütün burjuva gazeteler, bütün burjuva televizyonlar, dergiler, sürekli olarak gençliği, Anarşizme, vatansızlığa, eşcinselliğe, otorite düşmanlığına, aşırı bireyciliğe, Hristiyanlaşmaya ve her türden yabancılaşmanın girdabına atan bir kampanya yürütüyorlar. Türkiye gençliğini bu topraklara, halklara, ailesine, tarihine bağlayan bütün bağlar koparılıyor. Kökler, hoyratça sökülüyor. Bu kampanya, her alanda ve her fırsattan yararlanarak yürütüyorlar.
Örneğin gazetelerin başlıklarına yansıyanları hatırlayalım; “Toplumsal değerler inkâr ediliyor” başlıklarıyla yer alan haberlerde gençlik hızlı bir şekilde değerlerinden soyutlanırken Avrupa tarafından, Anarşizme sarılmak gereksinimini özentiler içinde planlı bir şekilde örgütlenmektedirler. Yani, “Kapitalizme sinir oluyorsan ruhundaki devletten kurtul”a sürüklenen yoğun bir Anarşizm propagandasıyla değerler silsilesi dinamitleşmekte ve dinamitlenmektedir. .
“KÜRESEL DİRENİŞ” ve “SİVİL İTAATSİZLİK” ASLINDA ABD EMPERYALİZMİNE İTAATİN EYLEM BİÇİMİDİR
Anarşizm bugün gençliği tehdit eden bir akım haline gelmiştir. Özetle ne aile, ne ana, ne baba, ne çalışma, ne disiplin, ne ahlak, ne devrimcilik, hiçbir şey tanınmıyor. Küreselleşen mafyaya küresel bir gençlik gerekiyor. Bütün bunlarla kendi halklarına, bağımsız / bağımsızlaşmak isteyen devletlere, özet olarak dünyanın ezilenlerine düşman, hainleştirilmiş bir gençlik gerekiyor ve bu gerçekleştirilmeye çalışılıyor.
Anarşizm’in özellikle gençlik içinde, eroinle birlikte tüketilmesi de çok anlamlıdır. Anarşizm’de eroin gibidir. Uyuşturur. Aşırısı, altın vuruş denen intihara götürür. Uyuşturucu kullanımı, küreselleşmenin girdabına düşen bütün ülkelerde, bu arada Türkiye’de, hem çok zengin bir kesimin şımarık çocukları arasında, hem de sefaletin diplerine itilen kesimlerde hızla yaygınlaşmaktadır.
Gelinen aşamada emperyalist ABD, arkada kalan dönemde çeşitli akımları kullanmıştır. Ancak bu akımlar, yine de toplumla çeşitli bağlara sahipti. Anarşist ise toplumla bütün bağlarını koparmıştır, ne anası vardır ne vatanı, ne ailesi vardır ne cemaati; ne ahlak bilir ne görenek; bu nedenle Anarşizm, kendi halklarına/milletine kurşun sıkmanın ideolojik olarak, küreselleşmenin amaçlarıyla tam uyum halindedir; kumanda mekanizmasına tam itaat halindedir.
“Küresel direniş” ve “Sivil itaatsizlik”, aslında ABD emperyalizmine itaatin biçimidir. Bu eylemler kesinlikle kendiliğinden değildir, doğrudan doğruya “Yeni” ya da “Süper NATO” güdümlü diye bileceğimiz gizli servisler tarafından planlanmakta ve örgütlenmektedir.
KAOSUN PATLAYICI MADDELERİ
Dünyada tutunacak hiçbir dalı olmayan anarşizm, dün ölen aristokrasinin ve yok olan küçük-burjuvazinin, ancak çok sınırlı ve çok dar kesimlerinde yankı bulabiliyordu. Günümüzde ise, anarşizm, sefalete itilen ve ölmesinden hiçbir sakınca olmayan üretim dışı ve işsiz geniş kitleler için, en uygun siyasal tüketim markasıdır. Büyük altüst oluşlarda sersemleşmiş olan kesimler, Anarşizm’e yöneltiliyor.
Mafyalaşan emperyalist sistem, ezilen dünya ülkelerinde yüzde 10 çevresinde bir nüfusu zenginleştiriyor ve toplumun yüzde 90’ını aşırı yoksullaştırıyor, sefaletin içine yuvarlıyor. Bu yüzde 90 oranındaki büyük kitle, sistem için büyük tehdittir. Sistemin bu tehdidi etkisiz kılmak için bulduğu çare, o kitlenin enerjisini birbirini kırmaya ve amaçsız ve örgütsüz faaliyete yönlendirmektir. Birbirlerini vursunlar, kırsınlar, kargaşalık içinde çırpınsın dursunlar. Üstelik Anarşizm’in ezilen gruplara çekici gelecek isyancı temaları da vardır.
Sistem, kendini hedef alabilecek isyanı, yoksul kitleleri darmadağın eden bir dinamite dönüştürüyor. Böylece emperyalizm, biriken gazı boşaltmanın da ötesinde bir kazanç sağlıyor. Ezilen dünyanın enerjisi, Ezilen Dünya’yı kırmakta kullanılıyor.
Anarşizm’in kaos teorileri, artık, küreselleşme dönemi emperyalizminin Ezilen Dünya’yı kaosun içine yuvarlama ihtiyacının aletidir. Anarşizm şırınga edilerek vatansızlaştırılan, her türlü toplumsal bağdan ve kuraldan, her türden sorumluluk anlayışından, hesap verme duygusundan, vicdandan, bireysel ve toplumsal denetimden, örgütlenmeden kopartılan gençler, birer canlı bomba, fitili ateşlenmiş birer dinamit lokumu olarak toplumun içine atılacaktır. Sistemin merkezleri bu görevi, anarşizm, otonomculuk gibi ipini koparmış eğilimlere vermiştir.
SİVİL İTAATSİZLİK
Bugün gerek sistemin metropollerinde ve gerekse ezilen dünya ülkelerinde anarşistlerin, otonomların, vb. grupların sözde küreselleşme karşıtı eylemleri kışkırtılıyor ve örgütleniyor. “Küresel direniş” ve “Sivil itaatsizlik”, aslında ABD emperyalizmine itaatin eylem biçimidir.
Bu eylemler kesinlikle kendiliğinden değildir, doğrudan doğruya sistemin merkezlerinde, Süper NATO güdümlü gizli servisler tarafından planlanmakta örgütlenmektedir. Bunu anlamak için, küresel direniş altında yapılan eylemlerin vurduğu hedefleri sıralamak yeter: “Katil Saddam Hüseyin”, “Kim Jong İl Hanedanı”, “Çin Emperyalizmi”, “Castro Diktatörlüğü” vb. ABD emperyalizminin vurun dediği ne kadar kuvvet varsa, küresel direnişçilerin hedef tahtası altındadır.
Sistem, bu akımları, hedef aldığı Ezilen Dünya devletlerine karşı seferber etmek yanında, toplumun içinde kaos yaratmak, toplumun devrimci örgütlenmesini bertaraf etmek, halkı birbirine düşürmek, halkın enerjisini amaçsız ve sonuçsuz hareketlere yöneltmek için de bir alet olarak kullanmaktadır. Kendiliğindenci olan anarşizm, otonomculuk, vb. gibi akımlar, sonuna kadar örgütlü ve silahlı olan sistemin kumandası altındadır.
Sistem, bu küreselleşme karşıtı denen eylemlerle toplumun özellikle genç kesimlerini, ezilen dünya ülkelerinde halkın içindeki genç nüfusu, adeta duvarlara çarpıla çarpıla güçsüz düşürülmekte, sersemleştirilmektedir. Örgütsüz gençlik, bir kaos ortamı içinde fareler gibi sağa sola koşuşmakta, yorgun düşmekte ve kaosun denetimi altında tutulmaktadır. Böylece toplumun gizil enerjisi emperyalizme karşı devrimci amaçlar için harekete geçirileceğine, emperyalist ABD’nin dünya imparatorluğu tasarımının gizil gücüne dönüştürülmüştür.
Devamı:
Emperyalist ABD, küreselleşme adı altında, ezilen dünya ülkelerinde halkları birbirine bağlayan bütün değerleri yıkma ve çözme programını uygulamaktadır. Bu amaçla etnik bölücülük, mezhepçilik, tarikatçılık, cemaatçilik, falcılık, büyücülük, satanizm gibi feodal ve hatta kabile toplum kalıntıları yanında, Anarşizm de kullanılmaktadır. Devletsizleştirilen halklar, etnik gruplar ve mezhepler arasında boğazlaşmalar, cemaat ve tarikat savaşları, toplumsal çatışmaları kışkırtmak için, Anarşizm, sistemin efendilerine çok geniş imkanlar sunmaktadır. O zaman gelsin Anarşizm!
Dinler arası diyalog, Hristiyan misyonerliği, hep Anarşizmle kol koladır. Bu nedenle halkların bütün değerleri yoğun bir bombardıman altındadır. Sistem bütün iletişim araçlarını seferber etmiştir. Sistemin merkezlerinde olsun, çevrede olan televizyonlar, radyolar, gazeteler; Anarşizm’in otonomluğun vb. ilişkilerin ve her türden topluma yabancılaşmanın reklamını yapmakta, gençliği bu kanallara yöneltmektedir.
Devam edecek olursak, Radikal, Hürriyet, Milliyet, Sabah, Vatan, bütün burjuva gazeteler, bütün burjuva televizyonlar, dergiler, sürekli olarak gençliği, Anarşizme, vatansızlığa, eşcinselliğe, otorite düşmanlığına, aşırı bireyciliğe, Hristiyanlaşmaya ve her türden yabancılaşmanın girdabına atan bir kampanya yürütüyorlar. Türkiye gençliğini bu topraklara, halklara, ailesine, tarihine bağlayan bütün bağlar koparılıyor. Kökler, hoyratça sökülüyor. Bu kampanya, her alanda ve her fırsattan yararlanarak yürütüyorlar.
Örneğin gazetelerin başlıklarına yansıyanları hatırlayalım; “Toplumsal değerler inkâr ediliyor” başlıklarıyla yer alan haberlerde gençlik hızlı bir şekilde değerlerinden soyutlanırken Avrupa tarafından, Anarşizme sarılmak gereksinimini özentiler içinde planlı bir şekilde örgütlenmektedirler. Yani, “Kapitalizme sinir oluyorsan ruhundaki devletten kurtul”a sürüklenen yoğun bir Anarşizm propagandasıyla değerler silsilesi dinamitleşmekte ve dinamitlenmektedir. .
“KÜRESEL DİRENİŞ” ve “SİVİL İTAATSİZLİK” ASLINDA ABD EMPERYALİZMİNE İTAATİN EYLEM BİÇİMİDİR
Anarşizm bugün gençliği tehdit eden bir akım haline gelmiştir. Özetle ne aile, ne ana, ne baba, ne çalışma, ne disiplin, ne ahlak, ne devrimcilik, hiçbir şey tanınmıyor. Küreselleşen mafyaya küresel bir gençlik gerekiyor. Bütün bunlarla kendi halklarına, bağımsız / bağımsızlaşmak isteyen devletlere, özet olarak dünyanın ezilenlerine düşman, hainleştirilmiş bir gençlik gerekiyor ve bu gerçekleştirilmeye çalışılıyor.
Anarşizm’in özellikle gençlik içinde, eroinle birlikte tüketilmesi de çok anlamlıdır. Anarşizm’de eroin gibidir. Uyuşturur. Aşırısı, altın vuruş denen intihara götürür. Uyuşturucu kullanımı, küreselleşmenin girdabına düşen bütün ülkelerde, bu arada Türkiye’de, hem çok zengin bir kesimin şımarık çocukları arasında, hem de sefaletin diplerine itilen kesimlerde hızla yaygınlaşmaktadır.
Gelinen aşamada emperyalist ABD, arkada kalan dönemde çeşitli akımları kullanmıştır. Ancak bu akımlar, yine de toplumla çeşitli bağlara sahipti. Anarşist ise toplumla bütün bağlarını koparmıştır, ne anası vardır ne vatanı, ne ailesi vardır ne cemaati; ne ahlak bilir ne görenek; bu nedenle Anarşizm, kendi halklarına/milletine kurşun sıkmanın ideolojik olarak, küreselleşmenin amaçlarıyla tam uyum halindedir; kumanda mekanizmasına tam itaat halindedir.
“Küresel direniş” ve “Sivil itaatsizlik”, aslında ABD emperyalizmine itaatin biçimidir. Bu eylemler kesinlikle kendiliğinden değildir, doğrudan doğruya “Yeni” ya da “Süper NATO” güdümlü diye bileceğimiz gizli servisler tarafından planlanmakta ve örgütlenmektedir.
KAOSUN PATLAYICI MADDELERİ
Dünyada tutunacak hiçbir dalı olmayan anarşizm, dün ölen aristokrasinin ve yok olan küçük-burjuvazinin, ancak çok sınırlı ve çok dar kesimlerinde yankı bulabiliyordu. Günümüzde ise, anarşizm, sefalete itilen ve ölmesinden hiçbir sakınca olmayan üretim dışı ve işsiz geniş kitleler için, en uygun siyasal tüketim markasıdır. Büyük altüst oluşlarda sersemleşmiş olan kesimler, Anarşizm’e yöneltiliyor.
Mafyalaşan emperyalist sistem, ezilen dünya ülkelerinde yüzde 10 çevresinde bir nüfusu zenginleştiriyor ve toplumun yüzde 90’ını aşırı yoksullaştırıyor, sefaletin içine yuvarlıyor. Bu yüzde 90 oranındaki büyük kitle, sistem için büyük tehdittir. Sistemin bu tehdidi etkisiz kılmak için bulduğu çare, o kitlenin enerjisini birbirini kırmaya ve amaçsız ve örgütsüz faaliyete yönlendirmektir. Birbirlerini vursunlar, kırsınlar, kargaşalık içinde çırpınsın dursunlar. Üstelik Anarşizm’in ezilen gruplara çekici gelecek isyancı temaları da vardır.
Sistem, kendini hedef alabilecek isyanı, yoksul kitleleri darmadağın eden bir dinamite dönüştürüyor. Böylece emperyalizm, biriken gazı boşaltmanın da ötesinde bir kazanç sağlıyor. Ezilen dünyanın enerjisi, Ezilen Dünya’yı kırmakta kullanılıyor.
Anarşizm’in kaos teorileri, artık, küreselleşme dönemi emperyalizminin Ezilen Dünya’yı kaosun içine yuvarlama ihtiyacının aletidir. Anarşizm şırınga edilerek vatansızlaştırılan, her türlü toplumsal bağdan ve kuraldan, her türden sorumluluk anlayışından, hesap verme duygusundan, vicdandan, bireysel ve toplumsal denetimden, örgütlenmeden kopartılan gençler, birer canlı bomba, fitili ateşlenmiş birer dinamit lokumu olarak toplumun içine atılacaktır. Sistemin merkezleri bu görevi, anarşizm, otonomculuk gibi ipini koparmış eğilimlere vermiştir.
SİVİL İTAATSİZLİK
Bugün gerek sistemin metropollerinde ve gerekse ezilen dünya ülkelerinde anarşistlerin, otonomların, vb. grupların sözde küreselleşme karşıtı eylemleri kışkırtılıyor ve örgütleniyor. “Küresel direniş” ve “Sivil itaatsizlik”, aslında ABD emperyalizmine itaatin eylem biçimidir.
Bu eylemler kesinlikle kendiliğinden değildir, doğrudan doğruya sistemin merkezlerinde, Süper NATO güdümlü gizli servisler tarafından planlanmakta örgütlenmektedir. Bunu anlamak için, küresel direniş altında yapılan eylemlerin vurduğu hedefleri sıralamak yeter: “Katil Saddam Hüseyin”, “Kim Jong İl Hanedanı”, “Çin Emperyalizmi”, “Castro Diktatörlüğü” vb. ABD emperyalizminin vurun dediği ne kadar kuvvet varsa, küresel direnişçilerin hedef tahtası altındadır.
Sistem, bu akımları, hedef aldığı Ezilen Dünya devletlerine karşı seferber etmek yanında, toplumun içinde kaos yaratmak, toplumun devrimci örgütlenmesini bertaraf etmek, halkı birbirine düşürmek, halkın enerjisini amaçsız ve sonuçsuz hareketlere yöneltmek için de bir alet olarak kullanmaktadır. Kendiliğindenci olan anarşizm, otonomculuk, vb. gibi akımlar, sonuna kadar örgütlü ve silahlı olan sistemin kumandası altındadır.
Sistem, bu küreselleşme karşıtı denen eylemlerle toplumun özellikle genç kesimlerini, ezilen dünya ülkelerinde halkın içindeki genç nüfusu, adeta duvarlara çarpıla çarpıla güçsüz düşürülmekte, sersemleştirilmektedir. Örgütsüz gençlik, bir kaos ortamı içinde fareler gibi sağa sola koşuşmakta, yorgun düşmekte ve kaosun denetimi altında tutulmaktadır. Böylece toplumun gizil enerjisi emperyalizme karşı devrimci amaçlar için harekete geçirileceğine, emperyalist ABD’nin dünya imparatorluğu tasarımının gizil gücüne dönüştürülmüştür.
Devamı:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder