İçinde geçmekte olduğumuz zorlu süreç, devrimci çalışmada hem istenilen verimin alınmasında hem devrim ve sosyalizmde iddia içinde olmada kendine özgüvenin bilincinde büyük önem taşıyor.. Özgüvenin bireylerin hele de komünist bireylerin yaşamında tuttuğu büyük yeri duyumsamayan ve bunun bilincinde olmayan yok gibidir. Ve hiç şüphesiz komünistler özgüven kazanmak konusunda bir dizi “olanak” ve avantaja sahiptirler. Ancak bu, düzeyi bir yana, özgüvensizlik gibi bir sorunun varlığını ve onunla doğru tarzda mücadele görevlerimizi ortadan kaldırmıyor.
Biliyoruz ki, özgüvenden yoksunluk veya ciddi düzeydeki özgüven zayıflığı bir komünistin yaşamındaki en talihsiz ve kötü durumlardan biridir. Onun gelişimini, güç ve enerjisini kararlıkla sunmasını engelleyen bir çeşit zehirlenmedir. Ve doğru mücadele yöntemleriyle mutlaka sökülüp atılmak, yenilgiye uğratılmak zorundadır.
Peki, özgüven eksikliğinin kaynakları nelerdir?
Kuşkusuz bireyin yetişme koşulları ilk sırayı alır. Mücadeleye yeni katılan yoldaşların bilgi ve deney eksikliğinden kaynaklı psikolojilerinin de belirgin bir rolü vardır. Kadronun şekillenme sürecinin de böyle bir sonuca yol açması mümkündür.
Bunlar birer gerçektir. Ancak karşısında çaresizce duracağımız değil, tersine, tıpkı bir dizi sorunla, gerilikle, zayıflıkla mücadele edildiği gibi mücadele edip değiştirebileceğimiz gerçeklerdir.
Bir devrimcinin ilk gelişim dönemini düşünelim. Özgüvensizlik belirtileri ve örneklerinin bireyde açığa çıkan biçimlerinden yola çıkılarak, eskiye ait diğer sorun ve geriliklerle mücadele edildiği gibi, bu sorunla da mücadeleye girişilir. Bu yüzden eskinin, belli kalıplara sıkıştırılmaya çalışılan “güven” görüntüsü, yerini kolektif etkin bireye bırakır. Bireyin burjuva dünyaya ait değer yargıları ve düşünüş tarzıyla yaşadığı her çatışma ve yeniyi inşa ediş kendine, yapabileceklerine güveni de büyütür. Bu ilk adımlar atıldıktan sonra gelişim ‘bireyin kavgada kendini ne denli ortaya koyup koymadığıyla bağlantılı olacaktır. Kendini ortaya koyuşta tereddütsüz, mücadelenin kazandırdığı ve kazandıracağı özgürlükler konusunda kafası net olan birinin inisiyatifsiz kalması mümkün mü? Yetişme koşulları ve kişilik özelliklerinin belli bir etkisi vardır, ama bunlar değişmez, eğitilemez şeyler değildir
Sosyalizme ve devrime güçlü bir inanç, proletaryaya ve örgüte güven ile bireyin özgüveninin gelişmesi arasında dolaysız bir bağ vardır. Proletaryaya, halklara bağlılık ve sosyalizme inançtaki derinlik veya yüzeysellik, bireyin güçlülüğünü veya zayıflığını koşullar. Güvenin, özgüvenin ideolojik anlamı tam da burada aranmalıdır. Kendilerine, partiye güvenleri zayıflayanların kitlelere karşı kayıtsızlaşmaları, onların potansiyel ve yeteneklerine dudak bükmeleri tesadüf olmasa gerek. Öte yandan davasına ve onun haklılığına inananlar, bu açıdan tereddütsüz olanlar kritik anlarda mutlaka karar verirler, ama doğru, ama yanlış...
Bir kadronun yetiştiriliş biçimi de özgüveni zayıflatıcı veya güçlendirici rol oynayabilir. Henüz şekillenme döneminden itibaren sorumluluklar verilen, inisiyatifini geliştirmesi teşvik edilen, potansiyelinin farkına vardırılanlar daha girişken ve güvenli olurken, bireysel ve kolektif sorumlulukları memur tarzıyla yerine getirmeler- ine göz yumulanlar ise dikkat çekici bir edilgenlik içinde olurlar. Böyle yoldaşlar, güçlü bir kolektif çalışmada veya yetkin çalışma arkadaşlarının bulunduğu alanlarda canla başla çalışır, pratik pek çok yükün altına girerler, emekçidirler. Fakat yalnız kaldıklarında, kendi başlarına karar vermeleri gerektiğinde durgunlaşıp, hareketsizleşerek silikleşirler. Öyle ki daha önce başarıyla yerine getirdikleri görevler karşısında dahi bocalamaya başlarlar. Kuşkusuz kolektifi ve onun gücünü arkamızda hissetmek yolumuzu daha da berraklaştırır, adımlarımızı güçlendirir. Fakat onun gücü ve enerjisi her zaman fiziki olarak başucumuzda olmayabilir. Eğer fiziki mesafe sorun yaratıyorsa inançlarımızı gözden geçirmeli, kendimize bir de o gözle bakmalıyız.
Farklı görevlere talip olmak, sorumluluk üstlenmek politik bir duruşu, kararlılığı ifade eder. Risk almaktan kaçınanların (salt mücadelenin doğal risklerinden değil, politik bakımdan risklerden söz ediyoruz) davranış biçimleri de bir çeşit özgüven zayıflığı olarak yansıyabilir. İdeolojik, politik bir netliğe sahip olanlar ise gerek yeni görevler üstlenmede, gerekse projeler üretmede, planlar yapmada belirgin bir ataklığa sahip olurlar. Zihinsel ve pratik üretkenlik kendini yaşamın, faaliyetin her alanında hissettirir. .
Devrimci iddia Eskiyi yıkıp yeniyi kurmak görevi ve savaşımı iddialı olmayı gerektirir. Bu örgütlü kavganın öznesi olan devrimci, bıkmadan, usanmadan köhnemiş olanla mücadeleye tutuşan, gerilikleriyle hesaplaşan, birikim ve donanımını arttırmaya çalışan bireydir. Tıpkı kolektifler gibi bireylerin iddiasını belirleyen de iktidar bilinçlerindeki netlik, sağlamlıktır. Buna karşın eğer, devrimci iddia doğru tanımlanmaz, yerli yer- ine oturtulmazsa, en az özgüven eksikliği kadar ağır sonuçlara, tahribatlara yol açabilir.
Devrimci iddia, devrimin ihtiyaçları ve sorunları konusunda belirli bir hazırlığa, deneye inanca ve pratik kararlılığa dayalı olarak tüm güç ve enerjisini ortaya koymakta somutlanır. Bu açıdan sağlanacak gelişme iddiayı büyütür, bireyi yeni görevlere hazırlar. Eğer birey, üstlendiği somut görevden başlayarak kendini kolektifin ve mücadelenin ihtiyaçlarına göre konumlandırabiliyor, bu ihtiyaçlara yanıt verecek bir tarzda örgütleme yolundan ilerliyor, görevlerini en iyi şekilde yerine getirme doğrultusunda aklını ve yüreğini ortaya koyuyorsa devrimci iddiaya sahip demektir. İddialı olmanın falanca görevi, filanca sorumluluğu hedefleyerek gerçekleşebileceği gibi mekanik kavrayışlar düzeltilmelidir. Çünkü bu yanlıştır ve sonuçta olumsuz bir şekillenmeye, bir çarpıklığa evrilme tehlikesi de taşır. Açık ki bir komünist için belirleyici olan hangi görevde bulunduğu, ne tür sorumluluklara sahip olduğu vb. değildir. Sorun, bireyin bütün enerjisini davaya sunacak bir kafa yapısı ve şekillenmeyle hareket edip etmemesidir.
Bu açıdan enerjimizi ortaya koyuş biçimimize ve sınırlarımızı zorlayışımıza, emekçiliğimize ve sorunlar karşısındaki duruşumuza bakmalıyız. Üretkenliğimizi, zamanı kullanış biçimimizi, planlı hareket düzeyimizi, önceliklerimizi vb incelemeliyiz.
Düşlerimize ve onları gerçek kılma tarzımıza yönelmeliyiz. Vasat bir dünyamız mı var yoksa düşlerimizle büyüyen, geleceği fethetmeyenleri yanları öne çıkan güleçliği ve enginliğiyle enerji uyandıran, moral ve iyimserlik taşıyan bir zenginliğe mi sahibiz? Engeller karşısında ezilip büzülüyor muyuz, yoksa bıkmadan usanmadan çözme yolunda mı ilerliyoruz? Örgütün, devrimin sorunlarına ne kadar ve hangi düzeylerde kafa yoruyoruz? “ Mecbur kalmadıkça ” böyle alanlardan uzak mı duruyoruz, yoksa gerçek bir öznenin, bir komünistin davranış biçimine mi sahibiz? Yeni görevler, sorumluluklar karşısındaki duruşumuz ne? İlk anda aklımıza gelen “ben bu görevi yapamam” düşüncesi mi oluyor, yoksa bu görevi yerine getirebilmek için “kendimi hangi konularda nasıl geliştirmeli ve örgütlemeliyim” fikri mi öne çıkıyor?
Kritik kararlar verilirken, önemli sorunlar tartışılırken nasıl konumlandığımızı inceleyelim. İzleyen, çoğunluğun eğilimine göre karar veren, hatla çoğu kez çekimser kalmayı alışkanlık edinen bir tarzımız mı var, yoksa sorunun tartışılmasına ve çözümün üretilmesine kolektif etkin birey olarak katkı sunmayı başarabiliyor muyuz?
Devrimimiz ve örgütümüz bakımından önemli dönemeçlerdeki davranış tarzımız ne? Öne çıkmak için ortalığın durulmasını, “işlerin yoluna girmesini” mi bekliyoruz, yoksa gerektiği anda cüretle öne çıkma başarısı gösterebiliyor muyuz?
Sorular çoğaltılabilir, ama tümünün birleştiği ortak bir nokta olacaktır; kendimizi, enerjimizi, potansiyelimizi ortaya koyuş düzeyimiz, kendimizi aşma çaba ve irademiz Bunların toplamıdır devrimci iddia. Devrimci iddiayı kendimizi şu ya da bu göreve uygun görmek, bu görevleri talep etmekten geçtiğini sanmak gibi yanılgılarımız olabiliyor. Hatta yer yer telaffuz edilen görev ne kadar ileri olursa o denli “iddialı” olunacağını zannetmek gibi yanlışlara düşebiliyoruz.
Açık ki bu tutumlar, yanlış şekillenmelerin, sorunu baş aşağı kavramanın ürünüdür. Devrimci iddiaya sahip olmak lafızdan ibaret olmadığına, tamamen pratik bir duruşu ifade ettiğine göre hangi görevde olduğumuz/olacağımız söz konusu iddianın tanımında son derece tali bir yerde durur. Bu, tıpkı başarı veya başarısızlığı üstlendiği görevin “rütbesinde” aramak gibi bir yanılgıya benzer. İddialı olmayı falanca organda yer almak, filanca sorumluluğa getirilmek olarak algıladığımızda, bütün içtenliğimizle enerjimizi ortaya koyduğumuz hal de “hedeflediğimiz” göreve gelemediğimizde nasıl düşünceler oluşacaktır acaba? Buradan ,”haksızlığa uğradım, yaptıklarıma değer verilmiyor, kıymeti de bilinmiyor” gibi düşünce ve duyguların üreyeceğini söylemek yanlış mı olur? .
Oysa birey her yönüyle kendini ortaya koyuyor ve yeteneklerini sonuna kadar zorluyorsa doğallığında en uygun konumla buluşacaktır. Başarıyı belirleyen şey konum değildir. Yeni görevler, farklı konumlar bireyin enerji ve potansiyelinin en ileri düzeyde örgütlenmesinin araçları olmak, devrime ve onun öncüsüne daha fazla hizmet etmek dışında bir anlama sahip değildir.
Önerilen, gündeme gelen görevler karşısında “rahat” olmak, belli bir özgüvenle hareket etmek elbette öne çıkarılması gereken, ileri bir davranıştır. Fakat, sorun bir “göreve talip olmakla” veya önerilen görevi tereddütsüz kabul etmekle bitmiyor. Tersine tam da orada başlıyor. Görevin gerekleri, ihtiyaçlar nasıl bir teorik-siyasal- örgütsel donanım, birikim istiyor? Bunlardan hangileri sürece yayılabilir, hangilerinde sıçramalı gelişime ihtiyaç var?
Deneyimle ilgili olabilecek boyutlar nelerdir? Birey nasıl bir irade ve örgütlenmeyle süreci hızlandırabilir? Bu ve benzeri soruları sormayıp soruna yüzeysel yaklaşarak gerekli iradeyi göstermediğimizde devrimci iddiayı biçimsel kavrıyoruz demektir. Sonuç olarak, eğer rahatlığımız ve özgüvenimiz, önerilen görevin gereklerini yerine getirme hazırlığımız ve bu konuda sergileyeceğimiz irade ile birleşmezse, aldığımız göreve uygun bir konumlanış içinde olmazsak özgüvenimizin, iddiamızın altı boşalmaya, biçimselleşmeye başlar. Bu,bir komünist için yaşanabilecek en önemli tehlikelerdendir.
Çünkü olumlu bir çıkış, arkası getirilmediği için dönüp bireyi vuran, zayıflatan bir silaha dönüşür. Omuzlanan görevin gerekleri yerine getirilemedikçe birey kendine dönmeye, kendisiyle didişmeye başlayacak, görev karşısında ezilecek ve o ilk andaki “rahatlık” yerini özgüven zayıflamasına bırakacaktır. Devrimin ve örgütün sorunlarına kafa yoran, çözümler üreten, ürettiklerini kolektifte inançla ve etkince sunan, mücadelesini yürüten, bütün bu konularda enerjisini ve iradesini örgütlemede belirli bir düzey yakalayabilen, özcesi varlığını örgütte, devrime adamada sürekli kendiyle yarışan birey iddialı bir bireydir. Ancak böyle bireyler sınırlarını zorlar, sürekli kendilerini aşma çabası içinde olur yeteneklerini geliştirebilirler. Devrimci iddia düzeyimizi sınayacağımız veya devrimci iddiamızın somutlanacağı zeminler, konular bunlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder