26 Ekim 2011 Çarşamba

Ekim Şehitleri yolumuzu aydınlatıyor

Ekim ayı, dünya proletarya devriminin ilk olarak pratikleştiği ve Rusya'da proletarya ve emekçilerin iktidarı alarak, dünya burjuvazisine karşı komünizmin sancağını daha da yukarı çektiği ay olduğu gibi aynı zamanda Ekim ayı, örgütümüz için de, kavga ve devrimci direnişin iç içe yaşandığı ve mücadelenin daha da ileri taşındığı ay olmuştur. Devrim ve sosyalizm yürüyüşümüzün hızlandırılması savaşımında, Kilis'te altı kızıl gülümüzü toprağa verdiğimiz aydır. İsviçre'nin Neuchetel şehrinde, Aydınlıkçı hainlerce yiğit yoldaşımız Mehmet Türk'ün katledildiği aydır. Yine Ekim ayı, gençlik önderlerinden Hüseyin Toraman yoldaşımızın katiller sürüsü sivil polislerce kaçırılarak, kaybedildiği aydır. Yine büyük Ölüm Orucu direnişinde feda eylemcisi Ali Ekber Barış yoldaşı ölümsüzlüğe uğurladığımız aydır Ekim ayı. Ondandır ki, Ekim ayı, örgütümüz için faşizm ve sermayeye karşı daha bir kinle dolup, kavgayı ileri taşımak için, görevlerimize sıkıca sarılıp, faşizmi devrimle ezme savaşımımızı daha güçlü körüklediğimiz ve görevlerimize sıkıca sarıldığımız ay olmuştur.

Ekim şehitlerimiz, her şeyleriyle kavganın engin denizine kendilerini attılar, devrim ve komünizm savaşımımızın zaferi için, örgütümüz KP-İÖ’nün önceli komünist öncü TKP/ML Hareketi’nin komünist programına yaşam buldurmak için, kanlarını güzelim ülkemizin toprağına kattılar.

Devrim ve sosyalizm mücadelesin yürekten bağlı, canlı, atılgan, militan özellikleri kendisinde toplamış. KP-İÖ’nün önceli TKP/ML Hareketi’nin komünist çizgisine yürekten inanmış bir kavga eri olan Mehmet Türk 14 Ekim 1989'da İsviçre'de karşıdevrimci İP – Aydınlık’a bağlı katiller çetesince pusuda katledildi. Gerçekleşen saldırı ve işlenen cinayet, İP – Aydınlık revizyonizminin uzantıları tarafından önceden planlanmış ve uygulamaya sokulmuş siyasal bir cinayetti. Açıktan yoldaşlarımız hedef alınmış ve Mehmet Türk yoldaşımız bu siyasal saldırı sonucu hunharca katledilmişti.

Mehmet Türk yoldaş, 1959 yılında, Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesi Kantarma köyünde yoksul bir Kürt ailesinin 3. çocuğu olarak dünyaya geldi. Yoldaşın yaşamı yoksulluk ve sefalet içinde geçti. Yaşamını kazanmak ve ailesine destek sağlamak için daha küçük yaşlarda inşaatlarda çalıştı. Ekmeğini taştan çıkarmaya çalıştı.

Hem çevresinin devrimci olması, hem de ailesinin devrimci yapısından ötürü, küçük yaşlarda devrimci fikirlerle yüz yüze geldi. 1976-77'den itibaren örgütümüze sempati duydu. '78-'79'da Elbistan'da gecekondularda ve Termik'te gücü oranında çalışmalara katıldı.1980’de Termik Santralin’deki bir direnişten ötürü gözaltına alındı. Ağır işkencelere uğratıldı. Ama inancını asla yitirmedi. Daha sonra, 5 yıl cezaya çarptırıldı. 3 yıl cezaevinde kaldı. Cezaevlerindeki kötü yaşam koşullarından dolayı verem hastalığına yakalandı. Ancak yaşamını kazanmak zorundaydı.

Yaşam koşullarının çekilmez olması yoldaşı yurtdışına çıkmaya zorladı. 1987 yılında İsviçre'ye geldi. İsviçre'ye gelmesiyle birlikte ilk işi örgütle ilişki kurmak oldu. Yoldaş İsviçre’ye geldiğinden itibaren, örgüt çalışmalarına katılarak, tüm yeteneklerini sınıf mücadelesinin hizmetine sundu. İP – Aydınlık çetelerince hain bir pusuda katledildiği 14 Ekim 1989 tarihine kadar, örgütün ileri bir sempatizanı olarak faaliyetlerini sürdürdü. Zürih'te örgüt faaliyetlerinin ileri çekilmesinde önemli çalışmaları oldu. Çalışkanlığı, fedakârlığı, örgüte ve yoldaşlarına bağlılığıyla örnek bir yoldaştı. O, devrim ve sosyalizm, yüce komünizm ülküsü uğruna şehit düştü.

Mehmet Türk yoldaş, yoldaşlığın en güzel örneğini vererek, aydınlık hainlerinin saldırısına karşı en öne fırlayarak, bedenini yoldaşlarına siper edip, ortak utkumuz komünizm için nasıl da yoldaşça birbirimize kenetlenmemizin gerektiğini ölümü hiçe sayarak gösterdi. Hainlerin saldırısına ve pususuna, yoldaşlarını korumak güdüsüyle davranarak, hiç tanımadığı hainlerin saldırısına karşı durmak için, yoldaşça sahiplenme ve tek bir yumruk, tek bir yürek olarak davranmanın en ileri pratiğini göstererek, yoldaşlarına, örgütüne ve davasına ne kadar yürekten bağlı olduğunu gösterdi Mehmet Türk yoldaş. Bunun yanında, diğer devrimci erdemleriyle de kavgamızda yaşatacak ve hunharca katledilmesinin 19.yıl dönümünde hep bizimle, yoldaşça savaşımımızın içerisinde olacaktır.



KAYIPLAR ORDUSUNUN KIZIL YILDIZI HÜSEYİN TORAMAN YOLDAŞ
Ölüm, yaşama konulmuş bir noktadır. Ve bu noktadan sonra ise, ya yaşamın tümden yok oluşu gelir; ya da yeni biçimde devam etmesi. İşte tam da bu tarihsel noktada; bir ölüm vardır, bir de ölümsüzlük. Burası sonun ve sonsuzluğun, ölümle ölümsüzlüğün düğüm noktasıdır. Ve kolaydır birbirinden ayırmak, ölüm ve ölümsüzlüğü. Öyle ya; ölüm vardır tüy kadar hafiftir. Sadece kişilikler ve yaşamlar son bulur. Değersiz yaşamlar bir mum gibi söner. Ve yine "ölüm" vardır ki, engince büyür, yücelir dağlar kadar. Sönmeyen sonsuz bir ışık olur, insanlığa. Yazılır tarihin onurlu sayfasına. Bizler yabancısı değiliz her iki olgunun da. Ama bize has olan, ölümsüzlüktür. Ölümü değil de, ölümsüzlüğü seçeriz hep. Tutkuyla atılırız ölümsüzlüğün koynuna. Çünkü yaşamı soylulaştıran ve yücelten, ölümsüzlüktür. Bu aynı zamanda yaşamın yeni ve daha üst biçimde devam edişidir de.

Peki, ama nedir ölümsüzlük? Nedir yaşamı sonsuzlaştıran olgu? Bu soruya verilecek en doğru yanıt, yaşamın ortaya konuluş şeklidir, hiç kuşkusuz. Yani tüm insanlığın tek ve gerçek kurtuluş yolu olan yüce devrimci ideallerimiz uğruna savaşmak ve bu uğurda "ölmek"tir. Büyük ideallerimiz için savaşmak ve ideallerimiz uğruna korkusuzca ölüm denizine atlamaktır. Özgür, sınıfsız, sömürüsüz bir eşsiz gelecek olan komünizm adına savaşan bir yaşamı ortaya koymaktır. Ve hiçe sayarak onursuzca yaşamayı, devrim ve komünizm davasının hizmetinde ölümü yaşayabilmektir. Teslim ederek bayrağı yoldaşlara, düşmektir davada. Ve feda etmektir yaşamı, hiç çıkarsız özgürlük ve sosyalizm uğruna. Evet, budur ölümsüzleşmenin "sihri". Devrim davasında şehit düşmek Ve tam da budur tarihin burçlarındaki ölümsüzlük.

İşte çekilip bayrak bayrak tarihin burçlarında ölümsüzleşen güzelliklerimizden biri de genç komünistlerin önderlerinde Hüseyin Toraman yoldaştır. 27 Ekim, böyle bir ölümsüzleşmenin tarihi adıdır. Toraman yoldaş 27 Ekim 1991'de faşist diktatörlüğün beyaz müfrezeleri tarafından kaçırılıp ‘kayıp’ edildi. Beyaz ölüm, onu yalnızca fiziki olarak aramızdan ayırdı. Fakat büyük ve onurlu kavgamızda onun yüreği çarpıyor. Yine kavgada yan yana ve omuz omuzayız. O, kavgamız da yaşıyor, savaşıyor. Ve kutup yıldızımız ışık olmaya devam ediyor.

Toraman yoldaş, gençlik savaşımının/sınıf savaşımının yetiştirdiği bir gençlik önderiydi. Devrim ve sosyalizme sempatisi çok küçük yaşlardan geliyordu. Devrime olan bu sevdasını hiç bir dönem yitirmemişti. 12 Eylül gibi ağır gericilik dönemlerinde bile terk etmemişti devrime sevdasını. Yoldaşın, devrimci savaşım yaşamı üniversite yıllarında başladı. Ve yüksek öğrenim gençliğinin savaşımında kavgaya atıldı.

Toraman, gençliğin akademik ve politik savaşımında hep ön saflarda oldu. Yüksek öğrenim gençliğinin örgütlü savaşımını geliştirme ve yeni mevziler yaratmada yine önlerdeydi. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanlığını da yapan yoldaş, aynı biçimde öğrenci gençliğin Türkiye çapında yaratılan bütün koordinasyon, eylem ve platformlarının da yaratıcı önder örgütçülerindendi. 1987-14 Nisan direniş ve kitlesel gösterilerini örgütlemede de onun imzası vardı. Komünist hareketle de bu süreçlerde tanıştı. Safını belirleyerek komünist hareketin pratik-örgütsel çalışmalarında yer aldı. Komünist gençlik hareketinin kurucu militan olarak çalıştı. Güçlü örgütçü, siyasal önderlik yeteneği ile GKH'nin örgütlenmesini geliştirdi. Ve GKH önderliğinde yer aldı. GKH’nin yüksek öğrenim gençlik çalışmasının yanında, lise ve işçi gençlik çalışmasının başlatılması ve geliştirilmesinde de yer aldı.

Toraman yoldaş, yeni tipte Marksist-Leninist bir kadronun tüm özelliklerini taşıyordu. İnanç, irade, kararlılık, yaratıcılık ve diğer önderlik özellik ve yeteneklerinin hepsi Hüseyin Toraman yoldaşın kişiliğinde maddeleşmekteydi. Özverili, çalışkan ve alçak gönüllüydü. Tüm devrimci değerlere ve soylu erdemlere sahipti. Kısaca Hüseyin Toraman, sosyalizm davasına adanmış örnek bir yaşamdı.

Beyaz ölümde kaybettiğimiz 17. yıldönümünde, KP-İÖ’nün önceli komünist öncü TKP/ML Hareketi'nin bu yiğit militanı ve komünist gençliğin önderi ve aynı zamanda gençliğin anti-faşist önder savaşçısı Hüseyin Toraman yoldaşı, saygıyla anıyor ve şehitlere devrim sözümüz olduğunu bir kez daha haykırıyoruz. Şehitlerimiz onurumuzdur, onuru çiğnetmeyeceğiz!

KİLİSTE TOPRAĞA DÜŞEN 6 ÖZGE CAN
27 Ekim 1992de Kilis sınır boylarında altı can yoldaşımız düşmüştü toprağa. Altısı da kavgaya sevdalı, davaya yürekten bağlı ve ölümü seve seve kucaklamaya hazır M-18 gerillasıydı. Devrim yapmak için yola çıkan öncelimiz TKP/ML Hareketi, kurulduğundan itibaren faşizme ve sermayeye karşı uzlaşmaz bir savaşım hattında yürüdü. Biliyoruz ki, bu zorlu devrim yürüyüşünde nice can yoldaşlarımızı şehit vererek zafere doğru yürüyeceğiz. Çünkü kansız hiç bir devrim zaferle taçlanmayacağına göre, ülkemiz devrimi de kan dökülmeden zafere el uzatmak söz konusu olmayacaktır. Faşizm iktidarını tepsi içinde meyve sunar gibi, işçi ve emekçi yığınlara asla sunmayacaktır. Onun içindir ki iktidar tırnakla, kanla sökülüp alınacaktır. O halde bu iktidarı alma kavgamızda bayrağımızı kızıllaştırarak, devrimin onuru yüksekte tutarak, egemen sınıflara korkulu anlar yaşatarak elde silah dilde marş toprağa düşen şehitlerimiz olacak ve bunların ektikleri tohumlar yüzlerce yeni savaşçı genç, dinamik kavga erinin yeşermesini sağlayacaktır.

Mücadele gittikçe daha zor ve sert bir evreye doğru yol alıyor. Gerçek devrimcilerle sahteleri bu kavgada ayrışıyor. Zorlu görevlere yan çizenler ve kavga gemisini erken terk eden ya da kayıplardan dolayı felaket tellallığı yapanlar, elbette çıkacaktır. Sağlığında şehit yoldaşlarımızı sormayan, selam bile vermeyenler, onların şehitlik mertebesine ulaştıkları durumda ortada caka satmaya çalışırlar. Bu moral bozucu ve art niyetli iblislere meydanı boş bırakmamak ve bunlara karşı, devrimci tavrı zamanın da almak gerekiyor. Şehitlerimize hiç kimsenin söz söylemeye ve uğruna ölümü kucakladıkları kutsal davamıza ve her şeyimiz örgütümüzün diyerek ölüme giden yoldaşlarımızın ideallerine dil uzatılmasına sessiz kalamayız. Hoş görümüz bir yere, bir noktaya kadar olur. Devrimci onurumuza ve şehitlerimize dil uzatıldığında devrimci sabrımız taşar ve böylelerine karşı gereken devrimci tutumu almaktan geri kalmayız.

Biz komünistler, devrim kavgasına gönüllü ve bilinçli olarak katılmış kişileriz. Bu kavgaya zorlanarak katılmadık ve bu tür yöntemlere karşı olduğumuz da bilinmektedir, KP-İÖ saflarında savaşım yürüten tüm yoldaşlar, gönüllü ve bilinçlice kavgamıza katılmışlar ve zorlu, görevler üstlenmişlerdir. Devrimciliğin zorluklarını bilerek, her şeyimizle kavganın enginliğine kendimizi attık. Burada ölüm de var, zulüm var, sakat kalma da var. Zaten faşizm suskun bir toplum yaratmak için var gücüyle faşist karşı-devrimci terörüyle saldırmıyor mu? Amacı, hiç bir şeye ses çıkarmayan bir toplum yaratmak değil mi? Fakat biz komünistler bu iğrenç oyunlarına dur demek için devrim yürüyüşüne katıldık Ölüm halkımızın özgürlüğü, mutluluğu içinse, hoş geldi sefa geldi '' diyenlerin izinde yürüdük ve yoldaşlarımızı şehitler ordusuna kattık.

Kilis'te toprağa düşen altı yoldaşımız da, davanın başarısı ve örgütümüzün iktidar yürüyüşü için her şeyi göze alarak, kavganın sıcaklığında dövüşme yolunu seçtiler. Burjuva kapitalist sistemin kendilerine uzattığı bala bulanmış zehri geri iterek, halklarımızın devrimi yolunu tutarak, onların öncüsü olmaya çalıştılar. Altı şehit yoldaşımız verdikleri söze ve içtikleri anda bağlı kalarak, ölümsüzleştiler. Ölümleriyle yaşamı yeşil kıldılar. Ellerinde silahları, dillerinde savaş naralarıyla Kilis topraklarına kanlarını kattılar. Altısı da yiğit mi yiğit, coşkulu mu coşkulu, bir an önce savaşmak için iktidar tutkusuyla dolumu doluydular. Askeri eğitimleri tamamlanmış ve yoldaşlar sabırsızlıkla ülkeye dönüp, bir baştan bir başa askeri savaşımımızın geliştirilip, M-18 çalışmalarımızın ileri taşınmasının coşkusunu yaşıyorlardı. İyi bir askeri hazırlık yaparak, savaşma sanatını öğrenen yoldaşlar, komünist harekete, davamıza layık bir mücadele örgütlemek hedefiyle, kafalarında onlarca plan ve şehit yoldaşlarımızın intikamını olma coşku ve heyecanı, yoldaşları daha erken sıcak kavga alanına dönmeye ve işin görevin başına bir an önce geçmeye zorluyor.

Yoldaşların her birisi de askeri çalışmanın belli alanlarında uzmanlaşmış ve daha fazla savaşma gücü artmış bir durumda, savaşmak coşkusuyla ülkeye koştular. Eller tetikte ve gözler ülke topraklarına çevrilmiş. Yol alıyor altı yoldaş, kendilerini yoldaşlarının beklediğini ve bir an önce onlarla görüşmek, ülke topraklarına adım atmanın heyecanını taşıyor genç bedenleri. Adım atıyorlar Kilis topraklarına, ama düşman kalleş ve hain. Pusu kurmuş yoldaşlara. Yoğun bir mermi sağanağı yoldaşların olduğu alana yağıyor. Dört bir yandan faşist militarist güçler yoldaşlara kurşun yağdırıyor. Yoldaşlar çemberi yarmaya ve düşmana zarar vermeye çalışarak silahlarıyla yürüyorlar düşmanları üstüne üstüne. Ama düşman pusuda, kalleş mi kalleş. Altı M-18 gerillası son mermilerine kadar çatışa çatışa toprağa düşüyorlar. Şiarları dillerinden eksik olmuyor “Yaşasın devrim, yaşasın sosyalizm”, “Yaşasın TKP/ML Hareketi” nidalarıyla Kilis topraklarına kanlarını katıyorlardı. Yatıyor altı can yoldaşımız, upuzun yerde. Altısı da el ele, omuz omuza vermişler. Bizi ayırmayın, çünkü biz, bu kavganın yürütücüsü ve ortak savunucularıyız'' diye adeta haykırıyorlar, faşist canilerin yüzüne. Yoldaşlar verdikleri sözlerine bağlı kaldılar. Gerillalar elde silah çatışarak şehit düşerler ve biz de yoldaşlarımızın izinde yürüyecek ve düşmana teslim olmayacağız diyordu Ertan'ımız, Erdoğan'ımız, Mehmet'imiz, Saim'imiz, Hasan'ımız ve Müslüm'ümüz.

Söylediklerine bağlı kaldılar ve sonuna kadar diren ve ölümü hiçe sayan şiarını bayraklaştırarak, dalga dalga ülkenin dört bir yanına direnişi yaydılar. Acımız derin oldu, içimiz içimize sığmadı. Yüreğimiz kin ve nefret doldur. Yoldaşlarımızın intikamını almak için, onların uğruna ölümü kucakladıklarken ortak davamız komünizm kavgasını kanımızın son damlasına, silahımızın son mermisine kadar sürdüreceğimize ve onlara laik olmaya çalışarak, onlardan öğrenip, davaya, örgüte her yönüyle daha bir sıkıca sarılarak, feda ruhuyla ileri atılacağımıza şehitlerimizin huzurunda bir kez söz veriyoruz. Sözümüz andımızdır. Andımız namusumuzdur. Devrimci namusumuzu lekeletmeyecek ve M-18 gerilla örgütümüzün ilk şehitleri olarak sizlerin ahtını yerde bırakmayacak ve silahlarımız susmayacaktır.

Derlenip dürülmesin bayraklar. Bu ulumalar çakalların sesidir. Korkuya, paniğe kapılmaya gerek yok. Çünkü gün 'mücadele günüdür, gün gelecek güzel günler için elde silah kavgaya durma günüdür. Onun için şehitlerimiz arkalarından gözyaşı dökmemizi, kendilerine saygısızlık olarak görüyorlar. Onlara layık olmak demek, onlar gibi her şeyimizi kavganın emrine sunmak ve canımız dâhil her şeyimizi örgütümüzün savaşımının yükseltilmesine hasretmek demektir. Şehitlerimiz bizi denetliyor. Onları utandırmayalım. Onlar gibi davaya, örgüte daha sıkı sarılıp, görevlerimizi kararlılıkla yerine getirelim.

Erdoğan, Mehmet, Hasan, Müslüm, Saim, Ertan M-18’in kızıl gülleri, erken ayrılıp gittiniz aramızdan. Daha fazla davamıza omuz verip, destek sunacakken, tam da verimli olacağınız bir dönemde düşman sizleri aldı aramızdan. Fiziki olarak yoksunuz, ama kavganızla, devrimci cesaret ve savaşkanlığınızla, davaya ve örgüte ölümü hiçe sayacak kadar bağlılığınızla, M-18 ilk şehitleri olma onuruna ulaşmakla, savaşımımızda her zaman yaşayacak ve bizimle birlikte savaşacaksınız. Sizlerin takipçisi olacak ve yurtdışından birçok yoldaşımız M-18'de savaşmak için, askeri savaşımı yükseltmek için, silahını daha sağlamca kavrayarak savaşı körüklemek için ülkeye akacaklardır. Sizler gibi yoldaşların yoldaşları olduğumuz için, gururlu ve mutluyuz. Ne iyi ki sizlerle aynı saflarda kavga yürüttük, aynı havayı teneffüs ettik, nice acıları birlikte paylaştık.

“Selam olsun apaydınlık günlere” diye elde silah, dilde savaş naralarıyla yürüyen M-18 gerillalarına. Selam olsun silah elde toprağa düşen, ölümüyle yaşamı diriltenlere. Selam olsun halkı için ölümü hiçe sayanlara, bin selam. Fazla söze gerek var mı? Erdoğan, Mehmet, Ertan, Hasan, Müslüm, Saim komünist bir devrimci gibi yaşadılar ve savaşarak ölümü kucakladılar. Anıları önünde saygıyla eğiliyor, savaşımlarını sürdüreceğimize ant içiyoruz.

KP-İÖ’NÜN ÖLÜM ORUCU DİRENİŞÇİSİ ALİ EKBER BARIŞ YOLDAŞ ÖLÜMSÜZDÜR
Yapraklar 2001-18 Ekim tarihini gösterirken Ali Ekber Barış yoldaş alnına taktiği ölüm orucu yıldızını geride bırakan yoldaşlarına devrederek ölümsüzler ordusuna katılıyordu. Zor dönemim militanı olarak ölüm gömleğini giymekten geri kalmayan Ali Ekber yoldaş, düşkünlük ve dönekliğin revaçta olduğu dönemde, parlayan bir ışık olarak ileriye atılıyordu. Ölüm Orucu savaşçısı Ali Ekber Barış yoldaş 1970 yılında Dersim’in Mazgirt ilçesi Çat köyünde yoksul bir Kürt ailesinin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtı ve yoksulluk nedeniyle çok sevdiği eğitimini yarıda keserek çalışmak zorunda kaldı. Yaşamı yokluk ve yoksulluk içinde geçen Ali Ekber yoldaş geçimini sürdürebilmek için İstanbul’a geldi. Küçük yaşlarda devrimci mücadelede etkilendi ve 1996 yılında KP-İÖ ile tanıştı ve kısa bir sürecin ardında KP-İÖ’nün bir militanı olarak örgütlü mücadeleye katıldı. 1997 yılında bir operasyonda yakalandı ve ağır işkencelerden geçirilerek tutuklanarak Gebze zindanına kapatıldı. Polislere yönelik askeri eylemlere katıldığı gerekçesiyle idam cezasıyla yargılanan Ali Ekber yoldaş zindan sürecinde kendisini geliştirmeye ve örgütün sorunlarına daha bir hâkim olmaya yöneldi. Oldukça sağlıksız, kariyerist ve devrimcileşmede problem yaşayan insanlarla aynı ortamı paylaşmasına ve sorumlusu olan insanların olumsuzluklarına karşın, yinede o bu olumsuzluklardan etkilenmeden devrimci görevlerine sıkıca sarılarak yerine getirmeye ve KP-İÖ’ye bağlığını pekiştirmeye çalıştı.

Nitekim devrim ve sosyalizme olan yüksek bağlılığı ve örgüt için kendini feda etme kararlılığı Ali Ekber yoldaşı Ölüm Orucu direnişinin ön saflarına itti. Tarih yaprakları 19 Aralık 2000’i gösterdiğinde faşist diktatörlüğün uzun bir zamandır hazırlığını yaptığı, özgürlük tutsaklarını teslim alma ve ihanet merkezlerine dönüştürme amacıyla zindanlara yönelik başlattığı teslim alma ve boyu eğdirme Şevkat Operasyonu’nun ardında kapıyı çalan Ölüm Orucu feda eyleminin direnişçilerinden oldu.

Hatırlanacağı gibi 19 Aralık kanlı faşist operasyonuyla zindanlarda, devrimci tutsakların zorlu, inatçı ve bedeller ödenerek kazanılan mevzileri, bir gecede gasp ediliyor ve zindanlarda yükselen devrimci sesler boğulmaya ve toplumumun öncüleri zapturapt altına alınarak susturulmaya ve F Tipi Hücre Cezaevleri uygulamasıyla tecrit ve izolasyon dayatmasına geçiliyordu.

Unutulmayan zindan katliamlarından birisi olarak tarih sayfalarında yerini alan 19 Aralık F Tipi Hücreye geçiş operasyonu aslında devrimci tutsakların 10 yıllık mücadelede kat etmiş olduğu mesafeyi darbelemek ve zindanlarda devrimci kazanımları ortadan kaldırarak intikam almayı amaçlıyordu. Bunun içindir ki faşist diktatörlük, SAG ve ÖO eylemlerini bahane ederek dışarıda artan politik duyarlılığın önünü kesmek ve içte kaybetmiş olduğu denetimi yeniden kazanmak hedefiyle 2000 yılı 19 Aralıkta aynı anda 20 cezaevinde operasyon başlatarak F Tipi Hücre cezaevine geçiş hazırlığını pratikleştiriyordu. Bu kanlı operasyonda her türlü kesici, delici, yakıcı ve parçalayıcı silah kullanılarak devrimci tutsakların dize getirilmesi için 12 Eylül faşist darbesinin aratmayan saldırılarda 31 devrimci katledilirken, yüzlercesi yaralandı ve sakat kaldı.

Faşist diktatörlük devrimci tutsaklardan intikam almak için 19 Aralık operasyonuyla zindanlarda baskı, işkence, tecrit, izolasyon ve zulüm dayatmalarıyla intikam almak ve F Tipi Hücre Cezaevi uygulamasını egemen kılmak istiyordu. Çünkü devrimci muhalefetin ve emekçilerin tepkilerinin gelişip eylemlere dökülmesini önlemek, darbelemek aynı zamanda devrimci öncülerin kapatıldığı zindanlarda yükselen devimci sesin boğulması ve etkisiz kılınması ve böylece TC devletinin gücünü gösterilmesi gerekiyordu. Egemen sınıflar bakımında zindanlarda yükselen devimci sesin boğulması aynı zamanda demokratik halk muhalefetine karşıda devletin demir yumruğunu göstererek susku kumpasının sürdürülmesi bakımından da önem taşıyordu.

İşte tamda faşist diktatörlükle devrimci iradenin hesaplaştığı 19 Aralık 2000 operasyonu devrimci ve komünistlerin omuzlarına ağır ama bir o kadarda büyük devrimci görevler yüklüyordu. Ya faşist diktatörlüğün zindanları teslim alarak F Tipi Hücre uygulamasıyla yeni Mamaklar, Diyarbakırlar yaratarak ihanet ve boyun eğme amacına yol açılacak, devrimci irade ve değerler bir yana bırakılarak kölece yaşam kabul edilecek ya da her zaman olduğu gibi devrimin onuru ayakta tutularak teslimiyet ve hiçleştirme saldırısı devrimci direnişle boşa çıkarılarak ve bir kez daha faşist diktatörlüğün zindanları ihanet yuvaları haline getirme planı darbelenecek ve geri püskürtülecekti. İşte Büyük Ölüm Orucu eylemi faşist diktatörlüğün zindanlarda devrimci tutsaklara ihaneti ve boyun eğmeyi dayattığı koşullarda ortaya çıktı ve kısa sürede dalga dalga yayılarak binlerce devrimci tutsağı direniş içine çekti. F Tipi Hücre uygulamasıyla devrimci tutsaklara dayatılan teslimiyet ve izolasyon politikasını boşa çıkarmak ve teslimiyeti yere çalarak devrimci onuru bayraklaştırmak o koşullarda ancak kitlesel Ölüm Orucu ve SAG direnişleriyle mümkündü. Burada devrimci irade bir kez daha deneniyor ve gerçek devrimciler ile sahteleri ayrışıyordu. Ya faşizmin devrimci tutsakları ehlileştirerek birer hiç durumuna getirme amacıyla gündemleştirilen F Tipi Hücre Cezaevi saldırısına boyun eğilecek ya da devrimci direnişle bu ihanet dayatması boşa çıkarılacaktı.

Örgütümüz KP-İÖ’nünde içinde yer aldığı devrimci tutsaklar faşist diktatörlüğün bu teslimiyet ve ihanet dayatmasına karşı top yekûn devrimci direnişi örgütlemeye yöneldiler. KP-İÖ savaşçıları kendi gerçekliğinden hareketle gücü ve olanakları ölçüsünde SAG ve Ölüm Orucu eylemine katıldılar. İki grup olarak seçilmiş yoldaşlarla ÖO feda eylemine katılan KP-İÖ direnişçilerinden biriside ölüme hazır olduğunu ilan ederek kızıl bandı kuşanan Ali Ekber Barış yoldaştı. KP-İÖ’nün yılmaz savaşçılarından birisi olan Ali Ekber yoldaş ÖO direnişinde görev almak için hep zorlayıcı oldu. O gönüllü bir feda eylemcisi olarak omuzlamış olduğu devrimci görevini en küçük bir tereddüt göstermeden başararak vermiş olduğu devrim sözüne bağlı kaldı.

Nice yoksulluk ve yoksunluklar içinde ÖO direnişini yürüten Ali Ekber yoldaş, her koşul altında da devrimci iradenin egemen kılınacağının örneğini sunarak, bazı iblisler gibi ailesini, çocuğunu, canını vb. ÖO direnişinin üstünde görmedi. O devrimciliğin büyük fedakârlık, cesaret ve örgütü ve davasının başarısı için ikircimsizce ileri atılmak, görevlerin altına girmek olduğunu biliyordu. Bazıları pis canını kurtarmak için direnişe arkadan hançer vururken ve işten darbelemek için her türlü rezaleti çıkarırken, Ali Ekber yoldaş tüm bunlara bıyık altında gülerek ve ihanete cepheden tutum alarak, direnişin zaferine kilitlenerek hücresinde milim milim bedenini eriterek feda eyleminde bayrağı kale burçlarına dikmede en önde koşuyordu. Nitekim ÖO eyleminin 180. gününde yani direnişe başlamasının 6. ayında 18.Ekim 2001 yılında onlarca ölüm Orucu direnişçisi gibi ölümü gülerek kucaklayarak kavga bayrağını yoldaşlarına devrediyordu. Mevsimlerin bir birini kovaladığı ve yılları geride bırakan büyük ölüm orucu eylemidir ki zindanların Mamaklaşmasının – Diyarbakırlılaşmasının önünü aldı ve devrimci irade karşısında ihanet ve teslimiyet kar gibi eridi. Büyük Ölüm Orucu eyleminde 122. devrimci ölümü gülerek kucakladı ve yüzlercesi gazi olarak faşizmin saldırılarının karşısına dikilerek devrimci tutsakların ihanete ve teslimiyete asla geçit vermeyeceklerini haykırdılar.

Ölüm Orucu feda eylemcisi Ali Ekber Barış yoldaş, bir komünist gibi düşündü, öyle mücadele etti ve ölümü de aynı kararlıkla karşıladı. Yoldaş vasiyetine bağlı kaldı, az konuştu ve çok iş yaparak bizlere yürünmesi gereken devrimci yolu gösterdi. Bugün ÖO direnişinde ölümü gülerek kucaklayan Ali Ekber yoldaşı 7. yılında anarken, onun bizlere bırakmış olduğu, KP-İÖ’yü devrimin öncü konumlarına yükseltme ve çürüklerden arınarak sağlamlaştırma vasiyetine sıkıca bağlı kalarak, uğruna ölümü gülerek kucakladığı devrim ve sosyalizm mücadelesini ileriye taşıyıp zafer yürüyüşünü hızlandırarak sürdüreceğimize söz veriyoruz.

Ölüm orucu direnişçisi Ali Ekber Barış yoldaş ölümsüzdür!
Yaşasın büyük ölüm orucu direnişimiz!

Hiç yorum yok: